F-16 Pilotumuza kendi ülkesinde atılan yumruklar, savrulan tekmeler
Ulusal Kanal’ın internet sitesinde haberi okuduktan sonra, şaşkınlık ve üzüntüden uzun süre kendime gelemedim. Baş ağrılarım nüksetti, midemin kaynattığı asitlere keskin ilaçlar bile çare olamadı. Ülkesi için görevinin riski nedeniyle her gün eşi ile helalleştikten sonra evden ayrılan, başkaları gibi değil, gerçekten kefenini cebinde taşıyan yiğit askerimiz Hava Pilot Kurmay Binbaşı Hakan Karakuş, kendi ülkesinin başkentinde, diplomat kisvesi taşıyan Kuveytli insanlık dışı yaratıklar tarafından, eşi ve 6 günlük çocuğunun gözleri önünde tekme tokat dövüldü. Hastane hastane dolaşıyor.
Bu olay bana ister istemez, halen devam etmekte olan, TSK mensuplarının kendi ülkelerinde aşağılandığı ve hakaretlere uğradığı süreci hatırlattı.Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür. İsterseniz size Sözcü gazetesinin 17 Şubat 2013 günü ilk sayfadan kocaman yayımladığı fotoğraf ve haberi hatırlatayım:
“Paşalara adalet işkencesi!” Yaşı 70’e dayanmış komutanlar mahkeme sıralarına uzanmış uyuyorlar. Gazete, manşetten, “hani Türkiye’de işkence yoktu!” diye soruyor. Bu komutanlar hırsızlık, uğursuzluk mu yapmışlar?”
Subaylarımızın evlerine polis orduları ile girdik, onları nezarethanelerde, adliye koridorlarında, mahkeme salonlarında süründürdük.Karakollarda cep telefonlarına suçlayıcı yüklemeler yaptık.Buzdolaplarına, masa altlarına uyuşturucu, suikast plânları (!),çocuk pornosu, daha neler neler koyduk. Haklarında insafsızca polis fezlekeleri düzenledik.Anlı şanlı savcılarımız bu fezlekeleri iddianamelerine yapıştırdı. Şeytanın aklına gelmeyecek sahte belgeler hazırlayarak, özel mahkemeler aracılığı ile onları yıllarca hapis yatırdık, hâlâ hiç kimsenin içinden çıkamadığı meşhur yargı sürecini devam ettiriyor, hiç sıkılmadan, yüzümüz dahi kızarmadanbazılarını hâlâ içerde tutuyoruz.
Onlarıcasus, fuhuşçu, suikastçı,darbeci diyerek toplum nezdinde küçük düşürmeye çalıştık. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, televizyonlar ve gazeteler ile yurt dışı güdümlü internet siteleri ile sadece kendilerine değil, ailelerine ve her türlü değerine hakaret ettik. Eşine iftira atılan onurlu Albay Berk Erdem, bu zillete daha fazla katlanamayarak kafasına sıktı.
Vatan için yediği kurşunlarla tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Gazi Albay Abdülkerim Kırca, bir PKK itirafçısının ifadesi ile Ergenekoncu(!) ilan edilip hakkında dava açılınca, “yazıklar olsun!” diyerek kafasına sıktı. Onlara bile, “durun durun hesabını vermeden nereye kaçıyorsunuz!” diyecek kadar alçaldık! Yarbay Tatar’ın dramını biliyorsunuz… Mahkemelerin elinden güç bela kurtulanları da büyük bir ahde vefa (!) göstererek kapının önüne bıraktık.
Şimdi elin oğlu, küçük bir ülkenin diplomatik pasaport taşıyan zorbaları, hem de misafir oldukları bir ülkede, dört kişi bir araya gelerek bizlerin hep birlikte yerin dibine sokmaya çalıştığı Türk subayına ölümcül darbeler vurmak üzere saldırdı. Bu yolu biz açtık, yabancılar tamamlıyor.Ne ekersek onu biçiyoruz. Görgü tanığı anlatıyor: “Bir kişi yere yatırıyor, diğer üç kişi suratını tekmeliyor. Direk olarak öldürmeye çalıştılar arkadaşı!” Herhalde Kuveytli soytarılar şunu düşündüler. “Türk subayına hemen herkes vuruyor. Vuran kazanıyor. Biz de vuralım, biz de kazanalım! Belki de takdir ederler!”
Biliyorum kasıldınız ama gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Devam edeceğim. Şahitlik yapmak isteyenlere polis, habere göre şunu söylüyor: “Bunlar burada geçen ay da adam öldürdüler, hiçbir işlem yapılmadı. Adamlar aralarında anlaşır, siz arada kalırsınız!” Başka söze gerek var mı? “Türk subayı kendi ülkesinin başkentinde yabancılardan yediği dayağı sineye çeksin, tıpkı Soma’da tekmelenen madenci gibi alttan alsın!” bu mu isteniyor?
Kahraman pilotumuzun acısını yürekten paylaşıyorum. Eşinin gözleri önünde bu duruma düşürdüğümüz için kendisinden özür diliyorum. Keşke savrulan yumruklar, atılan tekmeler bizim için havalarda ölümle dans eden bu yiğit pilotumuzu değil de emekli bir amiral olarak beni hedef alsaydı. Böylece belki de ülkece utancımız daha az olurdu. Ne de olsa emekli der geçerdik!
Bu hain saldırı yiğit pilotumuz Hakan Binbaşıyı değil, öncelikle TSK mensuplarını ve Türk milletini hedef almıştır. Eğer, bu kalleşçe saldırıyı sineye çeker, bir takım laf kalabalıkları ve diplomatik zırvalıklarla geçiştirirsek millet olma vasfımızı kaybederiz. Bundan sonra dünyanın her yerinde tekmelenen, aşağılanan ve horlanan Türklerin haberleri vaka-i adiye olur.
TSK bu olayda tavrını ve ağırlığını bütün dünyanın duyacağı şekilde net bir şekilde ortaya koymalıdır. Büyük milletimiz bu menfur olayın mağduru olan pilotumuz ve ailesini bağrına basmalıdır. Pilotumuzun evini çiçek bahçesine çevirmeliyiz. Diplomatik dokunulmazlık, hiçbir diplomata konuk olduğu ülkenin yurttaşlarına vahşice ve alçakça saldırı hakkını vermez. Dış ilişkilerde en önemli kural mütekabiliyettir. Laf üretecek olanlara peşinen bu kuralı hatırlatıyorum. Bu sözde diplomatlar (!) en kısa zamanda “istenmeyen kişi (personanongrata)” ilan edilip, ülkeden kovulmalıdır. Bu topraklara kendini bağlı hisseden her Türk vatandaşı bu konunun takipçisi olmalıdır.
Hakan Binbaşımıza acil şifalar diler, muhterem eşine geçmiş olsun dileklerimi iletirim. O’nun acısı bizim acımızdır!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr