Türkiye bölgesel güç merkezi mi?
Johann Wolfgang von Goethe’nin şu sözlerini hiç unutmam: Hiç kimse özgür olduğuna inanan ama bunda yanılan kadar umutsuz bir şekilde köleleşmemiştir.” Batı ülkeleri Türklerle iletişim kuracak olan görevlilerine hep şunu söylerler:
“Türkler yabancılar tarafından övülmeye bayılır! Görüşmeden önce onların hoşuma gidecek bir şeyler bulun!” Bir NATO toplantısı öncesinde bir Amerikalı ile sohbet ediyorduk. Kapadokya’yı masalımsı öğeler de katarak usta bir romancı gibi betimliyordu. “Ne zaman Kapadokya’yı gördüğünü” sordum. “Henüz gitmediğini ama ilk fırsatta ziyaret etmeyi plânladığını” söyledi!
Lübnan’a yönelik yasal olmayan harp teçhizatı ve malzemenin, bu ülkeye deniz yolu ile girişini engellemek üzere Birleşmiş Milletler (BM) denetiminde bir deniz gücü oluşturulmuştu. Türkiye bir gemi ile bu gücü destekliyordu. Deniz Gücü’nün o dönemdeki (2008 yılı) komutasını bir Fransız amiral üstlenmişti. Deniz Gücü’ne katılan gemiler zaman zaman Mersin limanını da ziyaret ediyorlardı. Ben o dönemde Akdeniz Bölge Komutanı olarak Mersin’de görev yapmaktaydım.
Fransız amiral bir ziyaretinde sancak gemisinde bir öğlen yemeği düzenleyerek, şehir protokolünü de davet etti. Yemeğe Fransa’nın Ankara Büyükelçisi de katıldı. Konu o dönemde Fransa’da gündemde olan sözde Ermeni soykırımını yasal bir çerçeveye oturtmak üzere yapılan girişimler ve buna karşı Türkiye’de oluşan tepkilere geldi.
Büyükelçi, oldukça açık ve yalın bir dille konuştu: “Türklerin öfke ile giriştikleri her tepkisel eylemin kısa sürede bittiğini yaşayarak öğrendik.” Daha sonra rakamlar ve dönemlerle, Türkiye’deki her “Fransa mallarını boykot!” söyleminden sonra iki ülke arasındaki ticaret hacminin artış gösterdiğini (Fransa’nın ihracatının arttığı şeklinde anlayın!) anlattı. Zaten Batılılar biz Türkleri şöyle betimlerler: “Türkler kahve köpüğüne benzer, çabuk kabarır, çabuk sönerler.”
Türkleri ve Türkiye’yi övücü sözlerinden sonra, “Türkiye’nin bölgesel bir güç merkezi (!) olduğunu ve bu nedenle bu büyük ülkeye saygı duyduklarını” ifade etti. Batı, “Bölgesel Güç Merkezi” söylemini o kadar inandırıcı şekilde enjekte eder ki, hem askerler hem siviller bu yalanı yutarız. Bölgesel Güç Merkezi, en basit tanımıyla bölgesindeki sorunlarda söz hakkı olan, küresel güçlerin bile bölge meselelerinde uzlaşma zorunluluğunu duyduğu ülkedir.
Bulgaristan, yüz binlerce soydaşımızı baskı ve zulüm ile ülkeyi terke zorlarken, “gelin gelin!” diyerek sınırlarımızı açtık ve Bulgaristan’ın sorununu kendi sorunumuz yaptık.
Bosna’ya tarihi ve kültürel nedenler ve büyük ümitlerle asker gönderdik. Yeniden yapılandırma çalışmalarında, “Kusura bakmayın masada sandalyemiz kalmadı, tebrik ederiz, dünya barışına katkıda bulunuyorsunuz.” dediler.
Kosova’ya, asker göndermiş olmamıza rağmen hem çözümün içine sokmadılar hem de resmi dillerden biri olan Türkçeyi kaldırdılar.
Dağlık Karabağ’da, “Ermenistan’ın Azerbaycan’a attığı açık kazığı görmezden gel, üstüne üstlük Ermenilere zeytin dalı uzat!” diyorlar.
Denize çıkışı olmayan, nüfusu üç milyonu bile bulmayan Ermenistan, açıkça toprak ve tazminat talebinde bulunuyor.
Gürcistan bile, tüm uluslararası kuralları ihlal ederek ticaret gemilerimize 2008 ve 2009 yıllarında el koydu; çaresizce seyrettik.
Kuzey Irak’taki kırmızıçizgilerimiz paramparça oldu. Türkmenleri resmen gözümüzün önüne doğradılar. Ne yapabildik? Hani, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunuyorduk.
Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı ne yapabiliyoruz? Çuvalı, Ugandalı askerlerin mi başına geçirdiler? Sonuçta MİT Müsteşarımız terörist başını, “kült (ilahi, kutsal) lider!” olarak piyasaya sürmedi mi?
Suriye’de, kimin çıkarlarını savunuyoruz. Doğu Akdeniz’de, muhtemelen Suriye’nin hava sahasında askeri keşif uçağımızın nasıl ve niçin düşürüldüğünü ve kimin düşürdüğünü bugün bile bilmiyoruz.
Uluslararası hukuk açısından en haklı olduğumuz Kıbrıs’ta bölgesel güç merkezi olduğumuz için mi geri adım atıyoruz? Hani, Annan Planı’nı Rumlar reddederse Kuzey Kıbrıs’a yönelik izolasyonlar kaldırılacaktı!
Hâlihazırda, Doğu Akdeniz’de torunlarımızın da hakkı olan doğal gazı niçin Kıbrıslı Rumlar, İsrail ve Hıristiyan Batı ile birlikte yağmalıyor.
Ege’de nasıl oluyor da, Yunanistan, hem havadan hem denizden bizi Anadolu’ya hapsederek kafese sokmak istiyor. Egemenliğini geçmişten bugüne kadar hiçbir surette anlaşma ile Yunanistan’a devretmediğimiz ada ve adacıklara el koyabiliyor!
AB; kaçak göç, sınır güvenliği gibi bahaneler uydurarak Ege’de kıyılarımızın yakınına niçin karakol gemileri gönderiyor?
Yunanistan’a ait bir savaş uçağı, aleni olarak füze ile F-16 uçağımızı düşürdü. Cevap verebildik mi? Aslında, bir cevabımız var, haksızlık etmeyelim: “Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir. Sağduyu ile hareket eder, ani tepkiler vermez, zamanı gelince ne yapacağımızı görürsünüz.” Peki, bu şekilde hangi sorunumuzu çözdük?
Türkiye ve Bölgesel Güç Merkezi sözcükleri yan yana gelince hep bu gerçekler aklıma gelir. Yanlış anlaşılmasın! Türkiye’nin bu olaylarının tümünü etkileme gücünün olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Ama zarfın üzerine doğru adres yazmaksak, mektup alıcısına ulaşmaz!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr