İhracatı sorgulama zamanı
Bu başlığın tartışma yaratacağı kesin. Ama bence zaten tartışılması gerekiyor. Yıllarca üretimin esas olduğuna inanan ve bu doğrultuda ekonomi politikaları geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan bir gazeteciyim.
Hatta yıllardır TV ve radyo programlarımı ‘Şartlar ne olursa olsun paranızı ticarete, üretime yatırmaktan vazgeçmeyin’ diyerek kapatırım. Fakat bunun da bir üretim fetişizmine dönüşmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Neyi, niye ürettiğinizi bilmeniz, gerçekten para kazanmanız, tabiri yerindeyse attığınız taşın, ürküttüğünüz kuşa değmesi gerektiğini anlatır dururum. Yıllar geçti ve çok şükür katma değerli üretimin en azından adı geçer oldu.
Fakat ben bu konuya tekrar değinmeyeceğim. Zaten tartışmasız hale gelmiş bir yeni ekonomi trendi içerisinde bunun artık yapılıyor olması lazım. Benim değinmek istediğim bir tık sonrası, yani ihracat meselesi.
Her ay ‘Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık’ diye açıklanan ihracat tarzını sorgulamamız gerekiyor. Üretilen bir malın yurtdışına satılması ve bu yolla ülkeye döviz girişinin sağlanmasına karşı çıkmak mümkün mü? Ben de çıkmıyorum.
Ama mevcut halin de gizli bir iflastan enflasyona kadar bir çok başlığın da nedeni olduğuna inanıyorum. Meseleyi salt satmak üzerinden kurgularsanız başa çıkamazsınız. Üretimdeki yerli payı katkı oranını arttırmak bunun için önemli. Dış ticarette açık vermemeniz lazım.
Fakat satma ihtiyacınız hayatiyken, neyi niye sattığınızı ve sonuçlarını da sorgulamak gerekiyor. İhracat nedir? Ürettiğinizin fazlasını satmak. Bizde ise durum üretileni satmak haline dönüştü.
İşte çarpıklık tam da burada başlıyor. Türkiye’de plansız bir ekonomi anlayışının en net başlıklarından biri olması gerekirken, her ay çıkıp ‘şu kadar sattık’ deyip, ‘ne kadar aldık’ sorusunun yanıtını vermiyorsanız, siz ihracat yapan üretici bir ülke değil, fason çalışan ve aslında acil nakit ihtiyacı olduğundan zarar baskısını göz ardı eden bir atölyeci haline dönüşürsünüz.
Türkiye üretim, tüketim ve ihracat üçgenini masaya yatırmak zorundadır. Gerçekçi kapasitelerin ortaya çıkarılması, bu kapasitelerin ithalatla karşılanan ürünlere karşılık doldurulması, nitelikli kapasiteye ulaştıktan ve iç piyasanın ihtiyacını karşıladıktan sonra kapasite fazlasını değerlendirmek için dış pazara yönelmesi gerekir.
Biz, yiyeceğimiz ekmeği üretip 1 TL’ye satıp, günün sonunda evin ekmek ihtiyacını karşılamak için, sattığımız bakkaldan 1,5 TL’ye ekmek alıyoruz. Türkiye’nin dış ticaretinin tam tanımı budur.
Bu nedenle gerçek bir envanter çalışması yapıp, kendi ihtiyaçlarımız içeride üreterek sağlayıp, ardından gerekiyorsa kapasite artışlarıyla müşterisini bulduğumuz ürünü fazladan üretip satarsak bunun adı ihracat olur.
Aksi takdirde tıpkı üretimde olduğu gibi, bir ihracat körlüğü içinde sadece debelenip dururuz. Daha kötüsü bu debelenmeyi sürdürmek için de yurtdışından para arar, bulduğumuzla üretip yurtdışına satar, sonra iç ihtiyacı karşılamak için ithalata yönelir, tekrar dolara ihtiyaç duyar ve bu artan fiyatların gölgesinde enflasyondan işsizliğe kadar kronikleşmiş sorunlarla boğuşmaya devam ederiz.