Otomobil elektrikli olacaksa...
Yerli otomobil tartışmasında bir noktaya geldik. Bakan, meseleye bilimsel yaklaşılacağından, yakıt türünün petrol türevi olmayacağına kadar bir dizi açıklamalarda bulunmaya devam ediyor.
Her ne kadar bunun ciddi bir gündem saptırması olduğunu bilsem de, uzun bir aradan sonra ülkede en azından doğru düzgün bir şeyler konuşuluyor olmasından da keyif almıyor değilim.
En azından bu süreçteki tartışmaların, bu iktidar yine icraatı lafta bıraksa bile, daha sonraki çalışmalara temel teşkil edebileceğini düşünüyorum. Fakat yine bir kaç konuyu hatırlatarak.
Bugünkü anlayışa sahip bir otomobil üretecek isek, bunları da konuşmanın faydası yok. Yerli otomobil çalışmasının halen dünyada ilgi görmemiş modeliyle, batmış bir araç üzerinden yapıldığını unutmuş değilim.
Ayrıca bunun babayiğit arayarak değil, uzun bir araştırma geliştirme çalışması neticesinde, bu kültür ikliminde yapılacağını da unutmadım. Prof. Dr. Önder Küçükerman’ın bilimsel çalışmasını dahi gündeme almayan bir yaklaşımla ‘yaptım oldu’ cinsinden açıklamaların hamasetten öteye gitmeyeceğinin de farkındayım.
Piyasaya süreceğiniz aracın, dünya otomotiv pazarındaki gelişmelerden, pazar potansiyelinden ayrı düşünülemeyeceğini ve bu halimizle satılabilir bir otomobil üretmekten çok uzak olduğumuzu da görüyorum.
Yani tekrarlıyorum, bu iş babayiğit arayarak olmaz. Gerekli çalışmanız varsa, zaten devlet de üretip özel sektörün önünü açabilir. Yeter ki gerçekten niyet ve bilimsel altyapı içerisinde bir çalışma ve pazar koşulları da uygun olsun. Yine de velev ki diyerek açılım sağlamaya devam edelim.
Bakan Faruk Özlü, konsorsiyuma atıfta bulunarak, kullanılacak yakıt türünün bu ortaklık tarafından kararlaştırılacağını söyledi. Yüksek ihtimalle de elektrikli bir araç geldiğini ima etti. Nitekim EPDK’nın elektrikli araçlar için şarj istasyonlarının oluşturulmasına yönelik yönetmelik hazırlığında olduğunu açıklaması bu ihtimali güçlendiriyor.
Şayet böyle bir eğilim içerisinde isek, elektrikli otomobil bugünkü elektrik üretimi yaklaşımlarıyla yine sıkıntılıdır. Çünkü 7 Kasım 2017 tarihli Türkiye Elektrik Üretim A.Ş. kaynaklı verilere göre, Türkiye’de üretilen 812 milyon 147 bin 320 kilovatsaat elektriğin yüzde 50,29’unu doğalgaz kullanarak elde ediyoruz.
Son bir yıllık verilere baktığınızda yerli kömürün devreye girmesiyle, doğalgaz oranının azaldığı belirtilse de, elektrik üretimimiz içinde toplam ithalat oranı yüzde 69,47… Yani yüzde 100 yerli bir otomobil üretsek bile, kaynak açısından yine dışa bağımlı bir fotoğraf veriyoruz.
Bunun da ne görevsiz barajlarla, ne de nükleer ile kapanması mümkün değil ki keza doğa katliamı bonus nükleer enerji de ithal. Yurdumuzda kurulup, zararını bize bırakmasının ötesinde, ne yönetim kademesine personel yetiştirilmesi, ne de teknoloji paylaşımı anlaşmalarda bulunmuyor.
Bu nedenle ben bize bor konusunda türev ürün olarak da avantaj sağlayacak ve konsorsiyumdaki ortaklardan Zorlu’nun da önemli yol aldığı hidrojen enerjisi üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Bu proje geliştirilmeli. Otomobili yapalım ya da yapmayalım zaten bu konudaki çalışmalara hız vermeliyiz.
Çünkü 2008 krizi olmasaydı, Uzakdoğu markalarından biri 2009 yılında hidrojen enerjili araçlarla seri üretime geçmeye hazırlanıyordu. Kaygım o ki, yine siyah beyaz tüplü televizyon peşine düşmeyelim.
Madem geleceğin aracını yapmaya niyetleniyoruz, onda tüketilecek yakıtın da kaygısını taşıyalım. Elektrikte ısrar ediliyorsa da, mutlaka güneş ve rüzgarla bezenmiş hibrit teknolojisi üzerinde duralım. Bunu ar-ge yoluyla yapan da Türkiye’de yerli bir üretici olarak mevcut.
Yine elektrikten yola çıkıyorsak Mühendis Naci Özen’in kitabında anlattığı, tirbünleri mesela Ostim’de üretilebilecek, köylüye kazandıracak ve doğaya uyumlu yamaç santralleri projesini inceleyin. Yani elektrikli otomobile niyetleniyorsanız da orada çalışılması gereken bir ders var.
Elbette gerçekten üretilmeye niyet edilen, Jet Fadıl versiyonundan uzak bir otomobil varsa... Yani söylemler laftan öteye geçecekse, bari bu kez Türkiye’deki birikimi kullanın.
Çetin Ünsalan