Soner Polat
Soner Polat Köşe Yazısı

Tansiyon hastası iseniz bu yazıyı okumayın!

Bugün köşemi hiç tanımadığım ve hayatım boyunca karşılaşmadığım konuk bir yazara devrediyorum. İnternet üzerinden tarihçi Sayın Nazan Sezgin Hanımefendi’nin gönderdiği, Ö Lütfi Taşçıoğlu’na ait aşağıdaki satırları çok ilginç ve dikkat çekici buldum! Sizlerle de paylaşmak istedim. Metni kısalttım. Ara başlıklar tarafımdan konulmuştur.

HDP-TAŞNAK PARTİSİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ

Diyarbakır'da başta tarihi surlar olmak üzere hangi tarihi eserin üzerindeki yazıyı okursanız, “Artukoğulları Sultanı Nasirüddin Salih bin Muhammet ya da Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından yapılmıştır!” ifadelerini görürsünüz.

Güneydoğu Anadolu bölgesi ve özellikle Van ve Diyarbakır Türk’lerden ele geçirilirse, Ermeniler ile Kürtler arasında paylaşılması konusunda Ermenistan Taşnak Partisi ile HDP ve DBP(BDP) arasında yapılmış protokoller var. Bu protokoller benim 15 Nisan 2015’te çıkan Ermeni meselesi ile ilgili kitabımda detaylı olarak açıklanıyor. Bölgede Ermenilerin taşınmaz alımı yabancı uyruklu Ermeniler ve kriptolar aracılığıyla sürdürülüyor. Diyarbakır’ın Sur ilçesi ise ilk kez sokak levhaları Ermeni isimleriyle değiştirilen ve BDP’li Belediye Başkanı tarafından girişine Ermenice "Diyarbakır'a Hoş Geldiniz!" levhası asılan ilçe!

PROF. HALAÇOĞLU NE DEMİŞTİ?

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu PKK lıların ancak %10 unun müslüman olduğunu açıklamıştı. Cami yakma olayları bile PKK'nın, HDP'nin ve DBP'nin tamamına yakınının Kripto Ermeni, Süryani ve Yezidilerden oluştuğunu Türk milletine anlatamıyorsa, yapabileceğimiz çok bir şey yok! Kürt meselesi denilen meselenin aslında Kürtlükle ilgisi yok. Kürtçülük “Kürt Alevi” kimliğiyle kendilerini gizleyen, aslında Alevilikle hiçbir ilgisi olmayan Kripto Ermenilerinin geçmişin rövanşını almak için kullandıkları bir araç!

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Alevilerin Türk kökenli olduğunu, kendilerini Kürt-Alevi olarak tanımlayanların %99'unun kripto Ermeni olduklarını açıklamıştı. Nitekim Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı Genel Başkanı Özdemir Özdemir 27 Ekim 2015'te yaptığı açıklamada aşağıdaki ifadeleri kullanıyor:

"Anadolu Alevileri bugüne kadar hiç devletine başkaldırmamış bir toplumdur. Hiçbir Alevi cana kıymaz, bu dinimizde de yoktur. Son günlerdeki bir takım terör olaylarına karışan, PKK'ya katılan, sözde kendine Aleviyim diyen yurttaşların hepsi kripto Ermeni'dir. Bu kripto Ermeniler yıllardır bu ülkede Alevi toplumunu sürekli kötü göstermek için ellerinden geleni yapmışlardır. Oysa ki bunların kimliklerine indiğimiz zaman Ermeni kökenli oldukları ortaya çıkmaktadır”.

Bu konu son çıkan kitabımın (Türk Ermeni İlişkilerinde Tarihi, Hukuki ve Siyasi Gerçekler) 299-333. sayfaları arasında belgeleriyle anlatılıyor. Belki 30 yıldır bu konuyu dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Ama insanımızı uyarma konusunda bir karış bile yol kat edemedim. Buna karşılık hainler her gün yeni bir kazanım elde ediyorlar.

TV DİZİLERİ GERÇEKTE NEYİ HEDEFLİYOR?

Bizde Kurtuluş Savaşı ve tarih dizileri düşman kavramını yok etmek ve özellikle, “Rumlar ve Ermeniler olmasa bu vatanı kurtaramayacakmışız!” mesajını vermek için çevriliyor. Ne hikmetse dizilerdeki bütün hainler, katiller, alçaklar, tecavüzcüler, tefeciler, entrikacılar Türk; bütün karakter sahibi, dürüst ve yardımseverler ise Rum ve Ermeni olarak tanıtılıyor.

Ayrıca sürekli-Türk-Ermeni, Türk-Rum aşkı işleniyor. Tek bir dizide 7 tane Türk-Rum aşkı saydım. Ne hikmetse Türk Türk'e âşık olamıyor. Ama bir Kıbrıs şehidinin oğlu bir Rum kıza âşık ediliyor ve “biz bir elmanın iki yarısıyız” diyorlar. Kahramanlık dizilerimizde bize İzmir’i Yunan askeri üniforması giymiş Türklerin yaktığı yalanı öğretiliyor. Bir dizi karakteri “ben Ortodoks Rum’um” dediğinde diğer karakter “sizde bir İzmirlilik olduğunu anlamıştım” diyor.

Özellikle Ege bölgesinde yerleşim yerlerinin isimleri Rumcaya dönüştürülüyor, düzenlenen festivallere Yunanca isimler verip kızlarımızı eski Yunanlılar gibi giydiriyoruz. Kaplıcalara Yunanca isimler veriyoruz. Yunan tanrı ve tanrıçalarının heykelleri ile donatıyoruz. Böylece geçmişte Ege bölgesinde hiçbir devlet kurmadıkları halde, Ege kıyılarına geçerek İyonya’lılara yaptıkları talanlardan elde ettikleri birkaç kap kacağı bu bölgede yaşadıklarının delili olarak ileri süren Yunanlılara Ege bölgesini adeta altın tepsi içinde sunuyoruz. O bölgede bulunan ünlü tarihçi Heredot’un “bu bölgeye ilk yerleşenler Orta Asya’dan gelmeydi” dediğini zaten hiç bilmiyoruz ya da bildirmiyoruz.

KİLİSELERİ KİMLER NİÇİN ONARIYOR?

Yunanistan’daki türbelerimizin ve ibadethanelerin kiliseye çevrildiğini öğrendik. Bizim belediyelerimiz ise nerede yıkık bir kilise bulsak da onarsak diye birbirleriyle yarışıyorlar. Bugüne kadar 5000’den fazla kilisenin bizim vergilerimizle tamir edildiği tahmin ediliyor. En önemli maddesi “Bu kanunla azınlık vakıflarına verilen haklar ve yetkiler Türk ve İslam vakıflarına uygulanmaz” olan Vakıflar Kanunu’nun azınlık kiliselerine tanıdığı tüzel kişilik hakkına dayanılarak bu kiliselere tapu veriliyor. Böylece aslında topraklarımızın tapusu birilerine veriliyor. Biz ise Rumlara vakıf mallarını iade etmek için böylesine çaba harcarken peygamber efendimizin halasının türbesinin bulunduğu ve %70 inden fazlası Osmanlı vakıf toprağı olan Kıbrıs toprakları üzerinde hiçbir talepte bulunmuyoruz.

Biz AB fonları ile 290 tane ders kitabımızdan “düşman”, “şehit” ve “gazi” kelimelerini ayıklarken Yunanlılar bunu yapmadıkları gibi, çocuklarına Türk düşmanlığı aşılamaya anaokullarında başlıyorlar. Bizim insanımız medya aracılığı ile “bir Yunanlı bulsam da sarılsam” moduna getirilirken Yunanlı gençler “yetiştirilme tarzımız Türkleri sevmemize engel” diyorlar.

TÜRK KÜLTÜRÜNE SİNSİ SALDIRI

Osmanlı dizileri ise Osmanlı sultanlarını Türk halkının gözünde küçük düşürmek ve azınlıkların ne kadar iyi insanlar olduğunu, ancak Osmanlı devletinin bu iyi insanlara nasıl acımasızca eziyet ettiğini göstermek için çevriliyor. Kanuni Sultan Süleyman bile zevk ve sefaya düşkün haremden hiç çıkmayan biri olarak tanıtılıyor. Oysa ömrünün 16 yılı harplerde geçmiş. Bununla da yetinmeyen senarist Kanuni'yi bir hizmetçi kıza tecavüz etmiş gibi gösteriyor. Saraydaki kadınların kıyafetinin o dönem için imkânsız olduğunu halk sorgulamıyor bile.

Dizilerdeki bir uygulama da isimler üzerinden yürütülüyor. Allah’ın sıfatları olan Gafur (Avrupa Yakası), Hasip (Aşk Bir Hayal), Aziz (Beyaz Gelincik), Mennan (Hayat Bilgisi), Kadir (En son Babalar Duyar) gibi isimler dizilerdeki katillere, tecavüzcülere, karısını döven, insanlara eziyet eden, dalavereci ve sahtekâr tiplemelere isim olarak veriliyor.

Benzer şekilde dizilerdeki hizmetçilere verilen isimler peygamber efendimizin eş ve kızlarının isimleri olan Ayşe, Fatma, Hatice gibi isimler arasından seçiliyor. Tek başına bu gerçek bile dizilerin arkasındaki finans kaynaklarının yabancı istihbarat servislerinin yanı sıra Yunanistan Kiliseler Birliği, Dünya Kiliseler Birliği gibi kuruluşlardan oluştuğunu göstermek için yeterli.

KORKU TOHUMLARI EKENLER

Diğer yandan Ergenekon-Balyoz-Poyrazköy-Askeri Casusluk ve Fuhuş Davası gibi davalar üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk milleti nazarındaki itibarının ayaklar altına alındığı dönemde bütün dizilerde eş zamanlı olarak Polis sorgulaması, Savcı ve Hâkim sorgulaması, ardından kumpas sonucu cezaevi parmaklıkları arkasına atılan suçsuz insanların cezaevlerinde çektikleri çileler ve hatta içeride bıçaklanarak öldürülmeleri sahneleri abartılı şekilde verilerek vatansever insanlara "uslu çocuk olun, vatansever takılmayın, yoksa başınıza bunlar gelebilir!" mesajı aktarılarak insanlar korkutulmaya çalışıldı.

Yukarıda yazdıklarım dizilerin Türk milletini inançlarından, tarihinden ve geçmişinden utandırmak ve vatanseverleri korkutmak amacıyla nasıl kullanıldığına ilişkin hususlar. Bundan daha önemlisi ise diziler üzerinden Türk toplumunun ahlak yapısı, gelenek ve görenekleri ile davranışları ve hatta dili ve karakteri değiştirilmeye çalışılıyor.

TÜRK’ÜN AHLAKİ DEĞERLERİNE DOLAYLI TAARRUZ

Taklitçiliği çok seven Türk insanı kıyafetinden konuşma şekline ve davranış biçimine kadar dizi kahramanlarını rol model olarak kabul ederek taklit ediyor. Bunu fark eden dizi yapımcıları dizilerde canlandırılan kahramanlar üzerinden Türk halkı üzerinde inanılmayacak derecede büyük tahribat yapıyorlar. Bir bakıyorsunuz dizilerde genç kızlar sokağa çorapla çıkıyorlar. Ertesi gün genç kızlar hatta evli yaşlı hanımlar sokaklarda pantolon ve eteklik giymeden çorapla boy gösteriyor. Çorap işi tamamlandı şimdi sıra şortta. Artık dizilerde genç kızlara şortla ve yırtık pantolonla sokağa çıkmak dayatılıyor. Varsın mevsim şartları uygun düşmesin.

İffet diye bir dizi gösterime girmeden önce reklama başladığında reklamdaki kadının boynunda iffet yazılı kolye taşıdığını görünce hemen durumu anladım. Dizideki kadın kahramanın adı İffet olacak ama kendisi iffetsiz olacak ve iffetsizlik Türk kadınına marifet olarak sunulup seyircinin bu karakterden yana olması sağlanacak. Yani kelimelere ters anlam yüklenecek. Nitekim dizi gösterime girdi ve senaryo aynen tahmin ettiğim gibi çıktı.

Son dönemde işlenen ana konulardan biri genç kızların sevmedikleri erkeklerle evlenmeleri ve evlendikten sonra eski sevdikleri ile ilişkilerinin devam etmesi. Böylece eşlerin birbirini aldatması meşru gösterilmiş oluyor. Ne hikmetse hiçbir dizide birbirini severek evlenen ve normal aile yaşantısı olan tek bir çift yok. Türk kadınına ve erkeğine açıkça iffetsizlik dayatılıyor ve aile yapısı bozulmaya çalışılıyor.

TÜRK DİLİ DE HEDEFTE!

Dizilerde son günlerde en önemli çaba Türkçe’nin bozulması için harcanıyor. Sürekli devrik cümle kullanılıyor. Eskiden kendilerini ”Ben Ömer” diye tanıtanlar artık konuşurken “Ömer ben“ demeye başladılar. Üç kelimelik cümleyi bile devrik kuruyorlar. Artık devrik cümle duyma limitimiz doldu. Bildiğiniz gibi Türkçe Ural/Altay dil grubuna mensup takılı bir dildir. Ancak artık –ın, -nın, -nun gibi takılar da kullanılmaz oldu. Edilgen kullanım ise büyük ölçüde terk edildi.

Bütün bu verdiğim örnekler Türk televizyonlarında gösterilen dizilerin tamamına yakınının yurtdışında senaryolaştırılıp Türkçeye uyarlandıktan sonra çekildiğini ve yurt dışından parasal kaynak aktarılarak desteklendiğini, Türk milletini değerlerinden kopartarak zayıflatmak ve millet olma vasfını yok etmek isteyen çevrelerin hedeflerine ulaşmak için sözde “Türk” senaristleri ve film yapımcılarını kullandıklarını ortaya koyuyor. Dizi yapımcılarının yurt dışı ile olan parasal ilişkilerine bakılsa durum derhal ortaya çıkacak. Ama bunu yapması gereken makamlar başka işlerle meşgul olacak ki buna vakit ayıramıyorlar.

Dizilerle ilgili tespitlerimin hepsini size aktarmaya kalksam kitap olur.

Ö.Lütfi Taşcıoğlu

Sayın Taşçıoğlu’nun görüş ve değerlendirmeleri özetle böyle! Son kerte önemli bu konuda toplumun tüm kesitlerinin görüş ve önerileri, bence yaşamsal bir nitelik taşıyor… Bu konuda, ilave bilgi ve farklı görüşlerle ortak aklı bularak bir çerçeve çizmeliyiz! Sizler ne düşünüyorsunuz?

ulusalkanal.com.tr

Bu yazıyı tansiyon hastası