Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

Garip bir çılgınlık

Türkiye her şeyiyle arıza bir memleket haline geldi. Neyin, neden, nasıl yapıldığı bilinmiyor. Bir kişi biliyor, onun değeri de kendinden menkul. Aslında geçmişte çok örnekleri var. TMSF sattığı medya kuruluşlarını teminat sayıp, kamu bankasından krediye göz yumdu mu? Evet…

Toplamda 42 milyar dolarlık özelleştirme yapıp, sonra 40 milyar dolar harcadığı otoyolları 5,7 milyar dolara satmaya kalkmadı mı? Hatta Prof. Dr. Esfender Korkmaz bir hesap yapıp, satmak yerine borç alsak kasaya 8,5 milyar dolar gireceği hesabını ortaya koydu mu? Evet...

Bu konuyla ilgili o kadar çok örnek bulunabilir ki, ama sonuncusuna mercek tutalım. 3. Havalimanı... Şimdi sıkıntı daha adından başlıyor.

Çünkü mevcutların yolcu kapasitesini karşılamadığı teziyle ortaya çıkıp, onu yaptıktan sonra Yeşilköy’deki Atatürk Havalimanı’nı neden kapatıyorsunuz? Açıklanamaz bir durum. Elbette oksijeni akıl beslenmesi için kullanıyorsanız.

Havacılık ile ilgili uzmanlar, çevreciler, hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı planlar bile Silivri’yi adres gösterirken, neden İstanbul’un ciğerlerini sökerek, işe yaramayacağı bilimsel ve havacılık kurallarına atıfta bulunularak bas bas dile getirilen bir katliam yaparsınız?

Neden derken, aslında 4 + 4 + 4’ü hayata geçirip, sonra işe yaramadığı için vazgeçen, 12 yıl boyunca sorunsuz tek bir sınav yapmayı bile beceremeyen, metrobüsleri inat ve seçime yetiştirme uğruna yapıp, sonra ‘yanlış yatırım imiş’ diyen, ama arada giden milyonlarca avrodan bahsetmeyen de bu iktidar olduğu için şaşırmamak lazım. Fakat bu sefer telafisi daha zor bir iş yapılıyor.

Yargı kararlarına rağmen hiçbir inşaatı durdurmayan bir zihniyetin, bu işlere kafa yorduğunu sanmıyorum; lakin yine de çelişkiyi ortaya koymadan edemedim. Hadi diyelim ki ortaya konulan eleştirilerin hepsi haksız. Değil ya, haksız diyelim.

Kitap bile okumayı gereksiz sayan bir kişinin beyni, yıllarca konusunda ihtisas yapmış bilim insanlarından daha büyük olabilir mi? Öyle olduğu kanaatini taşımasam da; diyelim ki proje de yüzde yüz doğru. Nasıl ihale edildi? Yap-işlet- devret...

Yani konsorsuyum yapacak, 25 sene işletecek, kâr edecek, borç ödeyecek, yatırımlarını sürdürecek ve proje o kadar doğru olacak ki, dünyadan kredi bulamayacak. Neden? Para için bu kadar sıkışılan bir ortamda, bu kadar kârlı (!) bir yatırımsa neden desteklenmez?

Hadi diyelim ki yabancılar işi bilmiyor; hatta bizim kötülüğümüzü istiyorlar. O zaman yıllarca bizi soyup soğana çevirecek parayı niye akıttılar? Demek ki avanta gördüler mi geliyorlar. Diyelim ki işten anlamıyorlar. Öyle olmalı ki ilk etaptaki yatırım miktarı olan 4,5 milyar avroluk kısmın 3,5 milyar avroluk bölümünü kamu bankaları finanse edecek.

Hangi kamu bankaları? Çiftçiyi, esnafı finanse etmekle yükümlü olanlar... Geçtim bu çelişkiyi de... İlk etap yatırımı için para bulamayan bu konsorsuyum, daha sonraki parayı nereden bulacak? Yanıtı yok.

Hadi bunu da görmezden geldik. Madem bu iş çok doğru; bizim kamu bankalarından başkası da bunu göremiyor; niye finanse ettiğimiz bir iş için özel sektöre ihtiyaç duyuyoruz? Zaten para bizden çıkıyorsa, bir firma ile anlaşıp işi yaptırıp, sonra da ilk gününden itibaren gelirini devlete koyar ve kamu bankalarının da borç taksitlerini öderiz.

Ödenemez mi diyorsunuz? O zaman bu özel kuruluşlar nasıl ödeyecek? Ödenebilirse durum daha vahim... Konsorsuyum yapacak, parayı cebine biz koyacağız, bitince 25 sene işletecek; kâr edecek, borcunu ödeyecek. Başka türlü bu işi niye yapsın?

Madem bu iş bu kadar doğru ve kârlı, finansmanı da kamu koyuyor; kendisi yapsın. Aracılar neden var? Dedim ya, garip bir çılgınlık içerisindeyiz. İşi neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Daha garip olan ise bu çılgınlığı herkes yüzyılın işiymiş gibi anlatıyor. Sorarım size: Bundan daha büyük bir çılgınlık olabilir mi? Üstelik yüzyılları da aşan bir çizgide…

Garip çılgınlık