Yaşayan bir hukuk efsanesi, gerçek bir adalet savaşçısı!
Ortalık toz dumandan geçilmiyordu. Ülke atmosferine kirli ve zehirli hava basılıyordu. Gazeteler, “sekiz sütunluk manşetler atıyor, televizyonlar art arda “son dakika” haberleri geçiyordu! Donanma’nın kalbine baskın yapılmıştı. Zemin altına saklanan suç belgelerini (!) dönemin ele avuca sığmayan acar savcısı Fikret Seçen, yanında getirdiği vantuz marifetiyle, eliyle koymuş gibi bulmuştu! İtalya’da “Temiz Eller” operasyonunu yürüten dünyaca ünlü savcı DiPietro’nun hasedinden çatladığı günlerdi!
Olup bitenden haberi olmayan Cumhuriyet yanlısı basın bile, polis ve savcılığın sızdırdığı bilgileri yorumsuz olarak yayımlıyordu. Bir kesim müthiş bir rüzgâr yakalamıştı. Topuyla, tankıyla, uçağıyla, gemisiyle vurdukça vuruyordu! Diğer kesim yediği yumruklardan kum torbasına dönmüştü. Kimse farkında olmasa da aslında yoğun bakıma girmek üzere olan bir hasta daha vardı. Türk hukuk ve adalet sistemi nakavt olmak üzereydi.
At izinin it izine karıştığı bu karanlık ve uğursuz günlerde, birdenbire gökyüzünden bir ışık süzülmeye başladı. Adalet Tanrıçası Themis’in yeryüzündeki yansıması olan zarif bir avukat hanım, “Yeter söz adaletin!” diyerek kıvılcımı ateşledi! Can Dündar’ın NTV’deki haber programının konuğu bu cesur avukattı. Hasan Tahsin gibi koskoca bir yürek taşıyordu. Adaleti yaşatmak ve mazlum insanları korumak için korkusuzca tetiğe bastı. İlk kurşun atılmıştı.
Göz kamaştıran hukuk donanımı ve davaya olan olağanüstü hâkimiyeti ile rakibi Mehmet Altan’ı önce köşeye sıkıştırdı, sonra taca çıkardı. Mehmet Altan, sürekli olarak sahadan kaçıyor, konu ile ilgisi olmayan, kendisinin bile inanmadığı, “askeri vesayet, insan hakları” gibi laflar sarf ediyordu. Sonunda süngüsü düştü ve teslim oldu!
Neticede Balyoz siyasi bir davaydı ve en ağır muharebeler kamuoyu oluşturmak üzere veriliyordu. İnançlı bir Hanımefendi, çelik miğferini giyerek savaş alanına dalmış ve tek başına cepheyi yarmıştı! Artık yarılan cepheden diğer yurtseverler girecek ve bu savaş, en azından karşılıklı salvolarla devam edecekti.
Dünya adalet ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen Balyoz katliamı, herkesin gözünün içine baka baka sürdürülüyordu. Devlet teknesine, “durmadan ve daha hızlı yola devam etmek” için ikinci ve paralel motorun takıldığı günlerdi. Hâkim ve savcılar, Berlin Filarmoni Orkestrası gibi hukuk resitali (!) sunuyorlardı: “Konuşun, konuşun, bunlar size ceza olarak geri dönecek!” “Kıçınızı dönüp oturuyorsunuz!” Avukatlar dışarı atılıyor, kan gövdeyi götürüyordu! Sanıklar, “Adalet Bilime Karşı!” yazılı tişörtler ile adaletin karşısındaydı.
Bu ahval ve şerait içinde bir bayan avukat söz istedi. Karizmatik kişiliği bilindiği için salonda çıt çıkmıyordu. Sanıklar, avukatlar, gazeteciler, dinleyiciler nefeslerini tuttu! Hukukun namusunu temsil eden bu mert avukat, az ve öz konuştu: “Yargıtay’da özel bir daire kurulmuş! Sizin vereceğiniz kararı onaylayacakmış!”
Adalet savaşçısı o gün, engin vizyonu ile daha dava başlamadan önce çizilen rotayı tespit etmişti. Anlayanlar için verdiği mesaj çok açıktı: “Buradaki yargılama değil, tiyatrodur. Kılıf hazır olduğu için minareden de ümit yok!”
Avukat Hanım çok başarılı bir ceza hukukçusuydu. Yoğun bir gündemi vardı. Sevgili eşinin ciddi sağlık sorunları ile bizzat ilgileniyordu. Hakkında karalama kampanyaları düzenlenmiş, tehditler almış, iş yeri tecavüze uğramıştı. Hayatı alt üst olmuştu. Müvekkilleri ile arasından kalpten gelen bir dostluk ve gönül bağı kurulmuştu. Müvekkilleri avukatlarını koruma içgüdüsü ile biraz da çekinerek, “isterse davadan çekilebileceğini” ima ettiler.
Zarif Avukatın gözleri çakmak çakmak oldu; adeta kükredi: “Ben bu meslekten ekmek yedim; çocuğumu büyüttüm, okuttum. Sizleri asla bırakmam ama sizler olmasanız da adalet kavgasından kaçmam! Adalete ihanet, kendime, aileme, ülkeme ihanettir. Adaletin ırzına geçilmesine seyirci kalamam! Tek başıma kalsam da, her şeyimi kaybetsem de bu işin peşini asla bırakmayacağım!” Müvekkilleri önlerine bakıyordu!
Gerçekten de asla bırakmadı!
Günün birinde tüm televizyonlar flaş bir haberle çalkalanıyordu! Bir özgürlük savaşçısı, yaşayan bir hukuk efsanesi, Anayasa Mahkemesi önünde Balyoz tutukluları için adalet nöbeti başlatmıştı. Mahkeme salonlarında bilge kişiliği ile hukuk sanatının bütün inceliklerini sergileyen bu zarif Avukat, bu kez de savaşçı kimliği ile sokaklarda özgürlük ve adalet kavgasına bodoslamadan girmişti…
Adalet Tanrıçası Themis’in kutsadığı bu alçak gönüllü adalet savaşçısı: Avukat Şule Nazlıoğlu Erol. O bir efsane, gerçek bir adalet savaşçısı! Dev gibi anıt bir hukukçu! Kadir kıymet bilen Antalya Baromuz tarafından 24 Ocak 2015 günü yılın hukukçusu seçildi. Bu ödül O’na çok yakıştı…
Yılın değil, yüzyılın hukukçusu olan Şule Nazlıoğlu Erol gibi değerlerimizi Bakanlık koltuğuna oturtabildiğimizde, Fırat’ta kaybolan koyunların hesabını sorabileceğiz!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr