'Veririz parasını' yanlışı
Son dönemde birden bire zenginleşen tayfa için kullandığım bir tabir var. Belki kızıyorlar ama her iktidar döneminde benzerlerini gördük; sonrasında da yok oluşlarını yaşadık. Benim şu an Türkiye fotoğrafı içerisinde bu kesimde gördüğüm manzara şu; tekrarlayayım:
Çok paranız oldu ama zengin olamadınız. Firmalarınız oldu ama iş insanı olamadınız. Çünkü her ikisi de belli bir kültür gerektirir. Genel kültürden bahsetmiyorum. Hazımdan, geldiğiniz noktanın sizi değil, sizin mütevazılık içinde onu yönetiyor olmanızdan söz ediyorum.
Bu kesimde küstahça bir tavır var: Veririz parasını alırız. Oysa işler gerçek hayatta öyle yürümez. Paranızla satın alamayacağınız şeyler vardır. Büyük Usta Nezih Demirkent’in dediği gibi: “Para kazanabilirsiniz ama itibar satın alamazsınız.”
Tekrar altını çizeyim ki bu yapı her iktidar döneminde ortaya çıkıyor ve sonra yok olup gidiyor. Şüphesiz bu süreçte hak ederek bir yerlere gelenleri kast etmiyorum. Ama küçük bir azınlık olduğunu da belirtmek istiyorum.
‘Veririz parasını’ yaklaşımı dünyayı, insanı okuyamamanın, parayla her şeyin satın alınabileceği yanlışının içine düşmenin tercümesidir. Yeşilçam’ın klasik sahnelerinden ‘Öksüzler’ filmindeki ‘Babamın çok parası var, bunu bana alacak’ deyip “Fıstık benim olacak; bineceğim üstüne vuracağım kırbacı’ diyen Şişko Nuri’nin canlandırdığı çocuk karakterinin ruh halidir.
Şimdi Türkiye de fikren doğru, ama üslupta hatalı benzer bir yaklaşım içerisinde. Tersine beyin göçü için, dünyadaki Türk bilim insanlarını geri getirmek istiyor. Son derece desteklediğim bir yaklaşım.
Ama bunu sadece ‘parasını verip getireceğiz’ garipliği içerisinde ortaya koyarsanız, o ülkede ne Ar-Ge olur; ne de o insanlar verdiğiniz para için geri gelir. Türkiye’de bilim ve katma değer üretmek için dünyadaki insanlarımızı geri getirmenin yolu sadece para vermek değil.
Elbette dünyada elde ettiği maddi olanağı sunmak yöntemlerden biri. Ama bunun için önce demokratik bir ortam, tartışmasız bir hukuk düzeni, bilim üretmeye müsait, fikir özgürlüğünü benimsemiş akademik bir ortam gerekir.
Yetmez; bunu sağlamakla beraber belli bir program ortaya koymanız lazım gelir. Türkiye’de hiçbir şeyin envanteri ve sağlıklı bir yol haritası oluşmadan, o insanları burada çalışmalarını sürdüreceği konusunda ikna edemezsiniz.
Sadece parasını verip, iki üç destekle insan kaynağı çekebileceğini düşünmek; meseleyi doğru okuyamamaktır. Her şeyi yapar; gerekli ortamı sağlarsınız; yol haritasını belirlersiniz ve ondan sonra bu süreçte dünyadaki değerli bilim insanlarını mağdur etmeden maddi olanak sunarak çekebilirsiniz.
Geçtim bilimi, Dünya Bankası Türk ekonomist dolu. Neden kimse geri dönmüyor? Çünkü önce zihni istikrara ve inandırıcılığa sahip olunması gerekiyor. Özgürlükçü bir çalışma ortamı sunulması en büyük beklentilerin başında geliyor.
100 metreci değil, maratoncu bir zihniyet içerisinde çalışma ortamı sunulması, araştırma geliştirmeye destek verilmesi, yaratıcılığı besleyen sanat kavramının özümsenmiş olmasını şart koşuyor.
Türkiye daha bursiyerlerini geri getirmeyi beceremedi; değil ki bu yaklaşımla yetişmiş kadro çeksin. Türk Burslular Birliği (TBB) ve 1416 sayılı kanun kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan yurtdışı yükseköğretim için burs almış öğrenciler uzun zamandır feryat ediyor. Duymadıysanız o feryadı, kendi cümleleriyle paylaşayım:
“1416 sayılı kanun sayesinde üniversiteden mezun ve eleme sınavlarında başarılı olmuş öğrencilere yurtdışında yüksek eğitim alma fırsatı tanınmaktadır. Bu fırsattan yararlanmak isteyen kişiler, kefilleriyle birlikte 300 bin dolarlara varan meblağların altına imza atarak büyük bir risk almaktadır. Diğer taraftan yurtdışı eğitimini başarı ile tamamlayıp Türkiye’ye dönmek isteyen birçok bursiyer, kendi kontrolü dışında oluşan durumlar, sağlık sorunları veya danışman hocasından kaynaklı problemler gibi nedenlerle eğitimini verilen sürede tamamlayamayıp veya tamamladıktan sonra da ülkemizi yurtdışında başarıyla bir süre daha temsil etmek için yurtdışında kalmayı seçtikleri için tazminata düşmüş veya düşürülmüşlerdir.
Tazminata düşen veya düşürülen bursiyerler, ana para borcunu 4 sene içinde, çoğu zaman ana para borcun neredeyse kendi kadar olan faizini son bir yıl içinde ödemek zorundadır. İlgili borç dövize endeksli olduğu için, bu durum özellikle tazminata düşüp Türkiye’ye dönen bursiyerleri, ailelerini ve onlara kefil olanları maddi ve manevi çok büyük bir yük altında bırakmaktadır.
2006, 2011 ve 2014 yıllarında bursiyerlere faiz affı ve yeniden yapılandırma hakkı verildi. Son altı ay içerisinde çıkarılmış faiz affı ve kur sabitlemesi ile ilgili kanunlardan yararlanmamız engellenmesine rağmen, 675 sayılı KHK ile FETO ile bağlantılı bursiyerlerin borçları ve faizleri tamamen silindi.”
Ne acı değil mi? Bu 1416 sayılı Kanun ne biliyor musunuz? 1929 yılında Atatürk döneminde çıkarılan ve ‘sizi kıvılcım olarak gönderiyorum, ateş olup gelin’ denilerek ülkeye kalkınma hamlesi başlatan kuşağı yaratan kanun ve uygulama.
Yıl 2018; daha bu kıvılcıma sahip çıkamıyoruz; ama dünyada başarılı olan insan kaynağımızı ‘parasını verip’ yurda çekerek, kalkınma yaratacağımızı düşünüyoruz. Üstelik 17 – 30 yaş grubundaki insanımızda ‘ilk fırsatta yurtdışına kaçma eğilimi’ en büyük tehlike olarak ortada dururken.
İyi niyetle meseleye yaklaşıyor olabilirsiniz. Ama laf olsun diye uygulama başlatıyorsanız; yapmayın. Çünkü daha sonra kullanılabilecek bir insan kaynağını da küstürürsünüz. Siz bahsettiğim ortamı ve koşulları sağlayın; emin olun onlar yurtdışındaki kadar para kazanamasa da gelir.