Yeni girişimci hastalığı
Türkiye’nin yabancı sermaye ihtiyacının kapı kapı dolaşıp para aramak yerine, projelerle kalıcı birliktelikler sağlamasıyla karşılanmasının doğru olacağını daha önce dile getirmiştim. Bunun için de 2019 yılında 250’yi aşkın startup girişiminin, yurtdışında 800 milyon dolar sermaye bulmasını kanıt olarak göstermiştim.
Ne yazık ki bu konuda sağlıklı bir yaklaşıma halen geldiğimiz söylenemez. Bu süreçte oyun sektöründen çıkan başarılı bir girişimin önemli ortaklıklara ve hisse satışına konu olması herkesin gözlerini buraya çevirdi.
Nitekim geçtiğimiz Cuma günü Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da yaptığı toplantıda bunu dile getirdi. Gençlerin önümüzdeki süreçte büyük fırsatların kapısını aralayarak, bu tip yatırımları ülkemize çekebileceğine dair görüşünü ortaya koydu.
Bir tarafta halen sıcak para arayışının devam etmesiyle çelişse de, Türkiye ekonomisinin acil kaynak ihtiyacı çerçevesinde anlayışla karşılanabilir. Fakat Pele’yi örnek gösterip, ‘hadi gidin hepiniz futbolcu olun’ tadında bir söylem kendi içinde tehlikeleri de barındırıyor.
Yeni girişimlerin çıkması bir ekosistem, yeni buluşların yapılması fikir özgürlüğünün etkin kılınmasıyla mümkün olabilir. Basın toplantısında bile akreditasyon uygulayan bir yaklaşımın, bu konuda ne kadar samimi olduğu ise ayrıca tartışmalıdır.
Fakat bu mesele uzun süredir Türkiye’nin gündeminde. Yeni girişimlerin özendirilmesi, gençlerin girişimci kılınması için yapılan çalışmalar ve teşvikler konusunda çarpık bir zihniyete sahibiz.
Özellikle garaj firmalarının dünyada başarılar elde etmesi, yine işe popüler tarafından bakılmasına neden oluyor. Bir fikrin, bir buluşun nerede filizlendiği değil, filizlendikten sonra nasıl sahiplenilerek büyütüldüğü önemlidir. Yani 1 milyon yazılımcı yaratacağız diye insanları heveslendirip, mevcut yazılım firmalarını mücbir sebep dışında bırakarak samimi olamazsınız.
İstihdam piyasasına taleple çıkmasın diye herkesi üniversite mezunu yaparak ve her ile dört duvar üniversiteler açarak meseleyi nasıl çözemediysek, şimdi o gençler iş talep etmesin diye girişimci yapmaya çalışmak da aynı yanlışın devamıdır.
Ben Türkiye’nin bir projeler ülkesi olması ve böyle anılması gerektiğine inanıyorum. Ama bu inancım her önüne geleni de iş yaratamadığımız için girişimci yapmayı gerektirmiyor. Çünkü herkesi girişimci yapmaya kalkarsanız, o piyasalarda haksız rekabetten kaynakların verimsiz kullanmasına kadar bir dizi sorunu da önünüzde bulursunuz.
Peak Games gerçekten çok güzel bir örnek. Zira bir satış değil, hissedar alma ve bu yolla da global firma olma öyküsü üzerine kurulu. Ama sonucu tartışıyoruz. Asıl üzerinde durmamız gereken, bu süreçte, yani başarıyı elde etmeden önce o firmanın ne kadar yanında olup olmadığımızdır. Nitekim aynı şeyi solunum cihazı üreticisi startup için de söyleyebiliriz.
Başarıyı herkes sahiplenir. Önemli olan o başarıyı örnek olmaktan çıkartıp, sistematik ve sağlıklı bir ekosistem haline getirmektir. Biz bunu yapmıyor; her önüne gelene girişimci olmanın yolunu göstererek işi tesadüflere ve kişisel performanslara bırakıyoruz.
Bütün bu süreçte de yeni girişimcileri sahaya sürmeye çalışıp, onları desteklerken, mevcut firmalarımızı göz ardı ediyoruz. Şimdi tehlike şu ki, bu örneği özendirici olmak yerine havuç olma haline sokarsak ve bu yolla iş bulamadığımız insanlara girişimcilik fikrini aşılarsak yine sonuç alamayacağız.
Türkiye’nin ihtiyacı olan çok sayıda girişim ve girişimci değildir. Bu ülke zaten bir girişimci öğütme makinesi gibi. Daha fazlasını öğütmemize gerek yok. Bizim girişimci mantığına sahip profesyonellere, gerçekten değer yaratacak yeni girişimlere ve yaşatarak entegre edeceğimiz mevcut reel sektör firmalarına ihtiyacımız var.
Eğer bu sistematiği kurmazsanız, sadece Mesut Özil’in Türk olmasıyla övünür; Peak Games üzerinden algıyla hamaset yapar, mevcut mücadele edenleri göz ardı eder ve plansız bir biçimde genç girişimleri destekleyeceğim derken, mevcut firmalarınızı kaybedersiniz.
Türkiye’yi yeni fikirlerin, projelerin yeşerdiği bir tarla yapmayı deneyin; girişimci çöplüğüne çevirmeyin.