Biz hep kırılganız; sıradaki gelsin
Dünya ekonomisinin çok sağlıklı olduğu söylenemez. Ama böyle bir ortamda sağlıklı olduğunu iddia edenin de, çok gerçekçi bir tavır takındığı da iddia edilemez. Hele ki finanstan hammaddeye, müşteri olma zorunluluğundan turist ihtiyacına kadar göbekten global (!) ekonomiye bağımlı ise.
Dikkatinizi çekerim bağlı demiyorum; bağımlı. Bağlı olmak eşit ilişki gerektirir. Ne yazık ki biz bağımlı tanımına daha çok uyuyoruz. Mafyadan borç para alıp, sonra yine ondan uyuşturucu satın alan insan gibiyiz. Sonra da Dugin’in röportajında batılıların bizi ekonomik olarak köşeye sıkıştırmak için hamle hazırlığında olduğu gündeme düşüyor.
Bizi kimsenin sıkıştırdığı falan yok. Bu kapana kendi ayaklarımızla girdik. Tüm uyarılara kulak kapattık. Uyaranları kötümser ya da işbilmez olarak nitelendirdik ve şimdi müptelaya istemediği şeyler yaptırmaya zorlayan mafyayı suçluyoruz.
Halen gerçeğimizle yüzleşme noktasından çok uzağız. Bu nedenle de sorunlara neşter vuramıyoruz. Her adımımız yarım yamalak. Bunun son olarak en güzel iki örneği eğitim ve et meselesinde yaşananlar.
Ama risk ve kırılganlık algısında performansımız gayet iyi. Kurtulan kurtuluyor biz topraktan girmiş olacağız ki, ev sahipliğine soyunuyoruz.
“Türkiye, yeni kırılgan 5’li içerisinde eski kırılgan grupta bulunan tek ülke. Gruba yeni eklenen üyeler ise Pakistan, Arjantin, Katar ve Mısır. S&P’nin yayınladığı rapora göre Türkiye, yeni kırılgan 5’li içerisindeki en kırılgan ülke.” Ne diyelim? Sıradaki gelsin...
Daha bir kaç gün önce de Fitch yerel yönetimlerdeki kara deliğimizi gözler önüne serdi. Bunlar hep çekememezlikten değil mi? Bence de hep dış güçlerin oyunu bunlar... Bu kredi derecelendirme kuruluşlarının objektifliğini kaybettiğini biliyoruz.
Ama en azından dön de bak doğru mu söylüyor diye... Yahu biz daha dış ticaret verimizle bile yüzleşemiyoruz. İhracatı boy boy haber yapıyoruz, üzerine konuşuyoruz da, ithalatı sanki Çin ya da Yunanistan yapıyor gibi davranıyoruz.
Yalan bir dünya kurmuşuz, kendi yalanımıza inanmış halde, iyimserlik oyunu oynuyoruz. Gerçekler ile ise asla ilgilenmiyor; gerçeği duymaktan hoşlanmıyor; gerçeği söyleyeni de reddediyoruz. Parasızlıktan kıvranan adamın evrene mesaj yollayıp, secret üzerinden para kazanacağını düşünen iyimserliği içinde ortada savruluyoruz.
Oysa sürekli altını çiziyorum. Ekonomide iyimserlik ya da kötümserlik diye bir şey yoktur. Bu bir finans piyasaları jargonudur; aldatmacadır. Ekonomide gerçekler ve buna uygun olarak yaptıklarınız ya da yapmadıklarınız vardır. Bir şey yaptıktan sonra toplum psikolojisini yönetmek, elbette önemlidir. Ama hiçbir şey yapmadan gazla ülke yönetiliyor. Buradan çözüm çıkmaz.
Kıssadan hisse durumu, bana ait bir öyküyle anlatmaya çalışayım: İyimser ile kötümser ortadaki bardak için kavgaya tutuşurlar. Bildik hikaye üzerine biri der ki ‘yarısı dolu, diğeri der yarısı boş’. Bu arada gerçekçi araya girer ve ‘bardak çatlak’ uyarısı yapar.
Dinlemezler. Doluydu boştu kavgası devam eder. Gerçekçi yine uyarır: ‘Bardak çatlak’. Bunun üzerine ikisi birden gerçekçiye yüklenmeye başlar. Gerçekçi yine tekrarlar: ‘Bırakın kavgayı bardak çatlak.’
Kavga sürüp giderken, bardak ortadan ikiye ayrılır. Artık bardağın ne dolu tarafı vardır; ne de boş tarafı... İyimser gerçekçi olana dönüp ‘Senin yüzünden suyun yarısı gitti’ der. Kötümser geri kalmaz: ‘Şimdi bardağın yarısının boş olduğunu nasıl kanıtlayacağım’ diye çıkışır.
Gerçekçi ikisini de karşısına alıp yanıt verir: Ne bardaktaki su çaredir kanmışlığına, ne de boşluk karşılığıdır sorunların. Göremediyseniz bardaktaki çatlağı ve almadıysanız önlemi, kim ne etsin sizin yarım bardak suyunuzla, diğer yarısında caka sattığınız bilimi.
Akıl değil inat ise sorunlara aranan çarenin adresi, geberin susuzluktan inadınıza kurban gitti su ile kasesi...
Çetin Ünsalan