G20 aynı sakızı çiğniyor
Dünya liderlerinin bir araya gelip, ekonomi adına hiçbir şey konuşmadıkları ya da konuşamadıkları geleneksel G20 toplantısının Çin ayağı da tamamlandı. Bundan sonraki adres Almanya…
Üretim ekonomisi esaslı büyüyen iki merkezde peş peşe düzenlenecek organizasyonlar aslında bir umut olabilirdi. Ama tadı kaçmış bir sakızı, çaresizlik içinde çiğneyen dünya ekonomisi, ‘laf olsun torba dolsun’ cinsinden temennilerle yine organizasyonu bitirdi.
Kapanış konuşmasında Çin Devlet Başkanı Cinping, eminim ortak metni duyururken, söylediklerine kendi de inanmıyordu. Çünkü alınan karar küresel ticaretin ve yatırımın canlandırılması.
Yumurta tavuk ilişki içinde hangisini beğenirseniz alın. Bir tarafta yıllarca şişirilmiş kapasiteler, arz fazlası, diğer tarafta düşen talep ve pazar daralması bu hedefi başlamadan bitiriyor. Aslında her toplandıklarında aynı şeyi söylüyorlar.
Yapısal reformlar yapılacak, yatırımlar canlandırılacak, tüketim arttırılacak. Fakat korumacılığın arttığı, likiditenin daraldığı, pazarın küçüldüğü dünyada herkes diğerinin gözünün içine bakıyor ve diyor ki: Sen yap reformunu da; ben satayım.
Şunu kabul etmek gerekir ki, dünya barışının temini için ortak bir akıl üretilmesi ve toptan bir çözüm bulunması çok önemli. Ama şu da bir gerçek ki böyle bir ortam yok. Belki cephe savaşları değil ama ekonomik savaşlar o kadar belirgin hal aldı ve o kadar geleceğe dönük bir biçime büründü ki, buradan gerçek bir uzlaşmanın çıkmasını beklemek de hayal.
Bu denli gözlerini kapatarak konuşan bir dünyada, böylesine amaçsız toplantıların esasen birkaç iyi tarafı da, gerçek meseleye değinmemenin de bir iki nedeni var. İyi tarafı sorunlu ülkelerin liderlerinin bir araya gelmesi ve ikili toplantılarda problemlerini çözecek ortam bulması. Bunun en açık örneği de sanıyorum Türkiye ve Rusya olarak öne çıkıyor.
Yine Suudi Arabistan ve Rusya’nın petrol arzıyla ilgili kısıtlamaya ilişkin konuşmuş olması, sonuç alınma ihtimali olmasa da, gerginliğin azaltılması bakımından önem taşıyor. Yani fay hattından enerji boşalıyor.
Hiçbir şeye değinilmemesinin ise iki nedeni olabilir. Bunlardan birincisi mevcut sistem içerisinde dünyanın çaresizliği… Aklı başında tüm ülkeler buradan çıkış olmadığını biliyor ve rekabetin orta – uzun vadede ekopolitik düzlemde söz sahibi olmak adına yaşandığının farkında.
Yine sessizliğin ihtimal ikinci nedeni de şu: Dünyada kıyasıya bir güç savaşı yaşanıyor ve kapalı kapılar ardında strateji üretmek herkesin esas niyeti. Böylesine gel geç konuları gündeme alarak, esas meselenin ve çelişkilerin tartışılmamasına olanak veriliyor.
Yoksa şu bir gerçek ki, dünya gelecek adına amansız bir rekabet içerisinde ve herkes herkesin ayağına basıyor. Bugünün faturasının ise ödetileceği ülkeleri yine herkes biliyor. Şimdi Türkiye olarak iki seçeneğimiz var.
Ya yine gala gecesi kıvamında kendi kendimizi pohpohlar ve ‘iyi iş yaptık’ diye övünürüz ya da dünyanın yaptığı gibi, geleceğin ekonomisindeki yerimizi almak adına, risklerimizi azaltacak stratejilerin kapısını açarız.
Zira bir gerçek var ki bu faturayı ödeyecek gelişmekte olan ülkelerin başında geliyoruz. Şimdi seçim Türkiye’nin… İster sonuç alınamayacak anlaşmalar çerçevesinde zafer nidaları atalım, bizi ne kadar önemsediklerini anlatalım ya da yeni paktlar içinde neler yapabileceğimizi, tarafımızı da belli ederek tartışalım.
Çetin Ünsalan