Türk firmalarına sahip çıkalım
Yeşilçam’ın klasik öykülerinden biridir; zengin kız ile fakir oğlanın aşkı. Elbette söz konusu olan sinema olunca genellikle mutlu sonla biter. Fakat iş gerçek hayata gelince ve söz konusu olan ilişki sevgi değil de para olunca dikkatli olmak lazım.
Çok uzun zamandır gündemde olan, 2008 krizinin ardından tekrar hareketlenen bir konuya dikkat çekmek gerekiyor. Firma evlilikleri ve satınalmalar… Normal şartlar altında faydalı bulduğum, bilgi, teknoloji gelişimi, iş kültürü alışverişinin yapıldığı, her iki firmanın da güçlenerek çıktığı bir yapılanmadır.
Fakat geçmiş tecrübelerimiz bize gösterdi ki, sermaye dengesizliği olduğu koşullarda, bu evlilikler çok da lehimize sonuçlanmıyor. Nedenlerine geçmeden önce arka arkaya gelen üç habere bakmakta fayda var.
Bunlardan birincisi 2003 yılında yapılan Çin mallarına karşı üreticinin korunması ile ilgili düzenlemenin, yürürlükte kaldırılması. Ekonomi Bakanlığı’nın ilgili yönetmeliği Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu Türk üreticisi ne kadar zorlayacak onu göreceğiz. Ama bir aleyhte bir durum çıkaracağı kesin.
İkinci haber Deloitte’un raporu… 2016 yılında Türk şirketleri 42 birleşme ve satınalma işlemiyle 2,3 milyar dolarlık bir hacim yarattı. İşlem hacmi son 5 yılın en düşüğü ama normal. Çünkü dünya genelinde bir krizin yaşandığı ortamda farklı bir sonuç şaşırtıcı olurdu.
Türk firmalarının yaptıkları satınalmalarda dikkatli olunması gerekiyor. Öncelikle alınan şirketin marka değeri, bilanço durumu gibi kriterlerin ciddiyetle incelenmesi lazım. Yani salt bir yabancı markaya sahip olmak yetmez. O markanın tanınırlılığı da önemli.
Eğer bu konuya ‘olsun’ diye yaklaşırsanız, bu mesele bir süre sonra, içte kendini rahat hissetmeyen şirketlerin bu yöntemle, parasını yurtdışına götürdüğü bir sistematik haline dönüşebilir.
Gelelim üçüncü habere… Komili ve Kırlangıç Yağ Hollandalı’nın oldu. Son yıllarda bu haberleri çok fazla duyar olduk. Direkt satınalmalar zaten pazarıyla birlikte firmayı satmak anlamına geliyor. Ayrıca Türk işadamlarının reel sektörde var olmak adına isteksizliklerinin de bir yansıması.
Bunun sağlamasını da Türkiye’de iş yapma endeksindeki kötü tabloda ve piyasa ortamıyla birlikte sermaye yetersizliğinin şiddetini arttırmasında da aramak lazım. Kamunun mutlaka bu tip firmalara mercek tutup, ilişkiye geçip, ihtiyaçlarını çözebilecek metotlara kafa yorması ve Türk firmaları olarak kalmasının yolunu araması gerekir. Onun dışında elbette firma özelidir; alacağı karara karışamazsınız.
Bir üçüncü tehlike var ki evlilikler. Yeşilçam örneği burada devreye giriyor. Sermaye denkliği olmayan firmaların evlilikleri de, ne yazık ki Türk müteşebbisin süreç içinde devre dışı bırakılmasıyla sonuçlanıyor. Nereden mi biliyoruz?
2001 yılındaki kriz sonrasında bunu yaşadık. Yüzde 50 ortaklıkla yabancılarla evlenenler, birkaç yıl içerisinde sermaye artırımı taleplerine yanıt veremedikleri için, hisseleriyle bunu karşıladılar ve sonuçta elde kalan yüzde 10’luk hisseyi de satıp, pazardan çekilmek durumunda kaldılar. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin firmalarını geri çağırdığı, yükselen işsizliğe alternatif olarak bunu çözümlerden biri olarak gördüğü süreçte dikkatli olmalıyız.
Çünkü adına özelleştirme denilen kamu varlıklarının ve imtiyazlarının dağıtılması neticesinde bir süre sonra çalışanları kapının önüne koyup, pazarı ithal ikameyle karşılayanlara şahit olduk. Şimdi bir tarafta Çin mallarıyla ilgili yönetmeliği hatırlayalım.
İki gün sonra elden çıkan ve pazarı teslim eden bu firmaların, Çin’de üretilen mamullerle talebi sırtlamayacağının garantisini kim verebilir? Sonuç olarak bu şartlar altında ve sermaye dengesizlikleri içinde firma evlilikleri kamu erkinin üzerinde hassasiyetle durması gereken konulardır. Gelişigüzel gerçekleşmemeli.
Çetin Ünsalan