Bize bir şey oluyor
Ülkemin güzel yürekli insanlarının biraz umursamaz, biraz da korkuyu cesaret gösterme cümlesidir; bize bir şey olmaz. Sorunlarla yüzleşmek yerine boş veren, çözüm için kafa yormak yerine, akışına bırakan, sonrasında da faturasını misliyle ödediğimiz huyumuzdur bu.
İçimize öyle bir yerleşmiştir ki, önce ‘hallederiz’ diye başlayıp, sonra hiçbir şey yapmayıp ‘halledemediğimizi’ acı faturasını üstlenerek öğrendiğimiz, birkaç sene sonra da unuttuğumuz davranış biçimimizdir. Çünkü sorunu normalleştirerek yok etmek gibi bir metot henüz gelişmiş değil.
Ağustos ayı ihracat rakamları açıklandığında da yine bu geleneksel (!) tavrımız devreye girdi. Bilhassa meslektaşlarımın olaya yaklaşımı, haberi görmek istediği yerden görme arzusu, belki korkusu, analiz yeteneğinden yoksun sığ haberlerle Türkiye gündemine servis edildi.
Medyanın neredeyse tamamına yakın bir bölümü ‘ağustos ayında ihracatın arttığını’ haber yaptı. Yemin etseniz başınız ağrımaz. Gerçekten de ağustos ayında ihracat, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 7’lik bir artış gösterdi.
Fakat genel eğilimin başlık ve spot okumak, içeriğine de bakmamak olduğu ülkemde, bütün başlıkların böyle çıkması düşündürücü. Bunun çeşitli nedenleri var. Öncelikle TİM açıklamasının tek metinden servis edilmesi, herkesin de bu haberi kullanması.
Herkes bu haberi kullanıyor; çünkü bu tepki çekmemek adına son derece güvenli. Oysa doğru başlık ‘ihracat alarm veriyor’ olmalıydı. Neden? Bir gün öncesinde açıklanan dış ticaret verileri, toplam ticaretimizin daraldığını ve gerilediğini ortaya koyuyordu. Zaten o haberi de ‘dış ticaret açığımız azalıyor’ şeklinde verdiler.
Yine yemin etseniz başınız ağrımaz, çünkü açık gerçekten geriliyordu. Tek bir farkla: Doğru bir yapılanmayla üretimdeki ithal bağımlılığınızı azaltmış ve ticaretinizi arttırarak ihracat lehine ibreyi çevirmişseniz.
Yapısal hiçbir sorun halledilmediği gibi, satamadığımız için üretemediğimiz, üretemediğimiz için de ithalatımızın azaldığı tespiti ise elbette haberin içeriğinde yoktu. Ayrıca keşke savunmayı dünya pazarının da eş zamanlı olarak daraldığını, sadece bizim sorunumuz olmadığını söyleyerek tamamlasaydınız.
Bizim tek farkımız kendi hatalarımızın, dünyadaki daralmaya ilave getirdiği yükler ve açmazlar. Ama o zaman da atıl kapasite meselesini tartışmaya açmak ve yeni yatırımların doğru olmayacağını söylemek zorunda kalırdınız. Bu da birilerini kızdırabilirdi.
Tekrar ağustos ihracat rakamlarına dönersek, ilk sekiz aydaki dramatik düşüş ve 12 aylık periyottaki gerileme elbette satır aralarında yok olup gitti. Çünkü benim kıymetli meslektaşlarım ağustos ayında ihracatta yaşanan artışı haber yapmayı daha güvenilir buldu.
Peki ağustos ayında ihracat nasıl arttı? İşte bunun da yanıtı yoktu. Bir önceki senenin iki seçim arası olduğu, komşularla ticaretin açmazlara doğru sürüklendiği bir koşulda, gerilemiş bir ihracatın, bugün yüzde 7 ondan daha iyi durumda olmasından doğal bir şey yok.
Bir önceki ayla mukayese edersek, yine yükseliş var. Çünkü temmuz ayı içerisinde 9 günlük bayram tatili umulmadık başka bir sorunu önümüze getirmişti. Tatildeki Türkiye, turizmden kazanayım derken, ihracat gelirinden olmuştu.
Velhasıl kelam bir haberi tüm yönleriyle verir ve yorumu elbette okura, izleyiciye bırakırsınız. Haberi eksik görüyor ya da tek dilden çarpıtarak veriyorsanız, zor durumdaki reel sektörün sorunlarla yüzleşmesini, yetkililerin de o sorunlara dikkatinin çekilmesini engelliyorsunuz demektir.
Bunu yapmayın sevgili meslektaşlarım. Çünkü sonra kıymeti kendinden menkul bazı zatlar, yazdıklarınıza inanıp, bize hakaret ediyor. Oysa gerçek şu: Gözümüzün önünde bir reel sektör eriyor. Yani bize bir şeyler oluyor.
Çetin Ünsalan