Lafazan siyaseti
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, gittiği her yerde yerli otomobil anlatıyor. Fakat sadece anlatıp, içi boş teşviklerden bahsettiği için, ortaya konulan fikir Jet Fadıl’ın ‘İmza’sının ciddiyetinden öteye gidemiyor.
Dünya pazarının incelenmesi, bilimsel ve teknolojik olarak altyapının kurulması, ülkenin ekonomi anlayışının üretime dayandırılıp dayandırılmadığı gibi bir dizi gerçeği yok sayıp, babayiğit ararsanız, herkes yüzünüze alkışlar, ama arkanızdan da dalga geçer. Nitekim olan da budur.
Ben Sayın Çağlayan’a dürüst davranıp, arkasından değil, yüzüne karşı bunu söylemeyi tercih ediyorum. Bu ülkede Devrim arabalarının başına gelenlerin çok ciddi bir sendrom olduğunu düşünüyorum. Ülkenin üretim anlayışını prangalayan ahlâksız medya, bürokrat ve yurtdışı iş dünyası üçgeninde oluşturulan olumsuzluğun ülkeye çok şey kaybettirdiğine inananlardanım.
Fakat lafla peynir gemisi yürümüyor. Bugün otomotiv yan sanayi açısından dünyada sayılı üretim gücüne sahip bir imalatçı portföyümüz var. Lakin ana sanayinin tamamen yurtdışı merkezli yapısı, niyetlenilse bile ülke içi katma değer bırakmayan işlere ‘İmza’ atılması sonucunu doğuruyor.
Yerli otomobilden önce, bugün otomotiv üretim üssü zannettiğiniz Türkiye’de, araçlardaki yerli payı katkı oranını mercek altına alın. Tüm dünyaya mal satan yan sanayicilerin, ülkedeki ana sanayi ile nasıl bir açmaz yaşadığını göreceksiniz.
Yıllar önce Bursa’da fabrikasını ziyaret ettiğim bir otomotiv üreticisinin Fransız Genel Müdürü, ‘müjde’ diye süsleyip çok yakında yüzde yüz yerli araç üreteceklerini söyledi. Ben de sordum: “Motoru ve yazılımı burada mı yapılacak.” Yanıt: “Henüz değil.” Ben de ekledim: “O zaman bize yerli otomobilden bahsetmeyin.”
Çünkü otomobildeki katma değeri oluşturan iki ana kalemden söz ediyorum. Bunların üretimi ve teknolojisi sizde değilse, ancak çırak olursunuz. Nitekim bugün yaşanan da budur. Özellikle araçların aşırı elektronik hale gelmesi, bilişim sektörünün bu üretimdeki ağırlığını daha sorgulanır hale getirmektedir.
Bunu her tür ürüne uygulayabilirsiniz. Cep telefonunu çok kullanan olmanızın önemi yok; üretimdeki ve pazardaki yerinizin etkisi var. Keza bilgisayardan televizyonlara kadar bu yelpazeyi genişletebilirsiniz.
Yıllarca ve halen Uzakdoğu’da her şeyi yapılan ve buraya gelip yüzde 10 montaj ve ilave ile pazara sunulan farklı tipteki TV’lerle, dünyanın en büyük TV üreticisi olduğumuzu zannetmiyor muyuz? Para kazanabiliyor muyuz? Bir komisyoncu ne kadar kazanıyorsa, o kadar…
Bakan Çağlayan sağda solda insanlara baskı kurup, babayiğit arayacağına teknoloji marketleri pazarındaki yerimize baksın. 6 milyar liralık cirosu olan sektörde Türk Malları’nın payının yüzde 5’i dahi bulmadığı basına yansıdı.
Dizüstü bilgisayarlarda da yerlilerin payının yüzde 20 olduğu söyleniyor. Ama burayı da TV üretim mantığından farklı düşünmeyin. Toplama bilgisayar teknolojisi... Patent sayılarının arttığından, patladığından bahsediyorlar, ama sadece Samsung firmasının patent üretimi yanında bile ülke toplamında komikleri oynuyoruz.
Eğer Zafer Çağlayan gerçekten bu işe inanıyorsa, önce kabine arkadaşı Nihat Ergün’e kulak versin. Katma değerli üretimden bahsediyor. İkincisi Türkiye’nin kumar ekonomisinden çıkıp üretim ekonomisine geçmesi için Bakanlar Kurulu’nda ve Meclis’te çalışmalar yapsın.
Üçüncüsü ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ diye uygulanan yabancı sermaye politikasına karşı çıksın. Bakın bugün kendi markasını piyasaya sunan Çin, otomotiv firmalarını ülkesine alırken, 10 yıl sonra yüzde yüzde yerli ve Çin markasıyla bir araç şartı koydu. Biz ne yapıyoruz? Boş lafı bırakın. Türk insanıyla da dalga geçmeyin.
Düzeltecekseniz şu fotoğrafı düzeltin. Ankara Ticaret Odası’nın 2006 yılındaki bir araştırmasına bakıp, bugün bu dengenin düzelmek yerine daha da bozulduğunu belirterek birkaç tespit paylaşayım:
Türkiye’nin 1 ton video kamera ithal edebilmesi için 5 bin 625 ton domates salçası, 1 ton dijital fotoğraf makinesi için bin 192 ton kabuksuz fındık, 1 ton Türksat uydusu için 714 bin 285 ton bor minerali, 1 ton cep telefonu için 4 bin 965 ton siyah zeytin, 1 ton dizüstü bilgisayar için 3 bin 718 ton arpa, 1 adet MR cihazı için 6 bin adet 51 ekran TV, 1 adet tomografi cihazı için 73 ton tütün, 1 adet mamografi cihazı için 166 adet çamaşır makinesi, 1 adet Leopard-2 tank için 3 bin 500 ton zeytinyağı ihraç etmesi gerekiyor.
Elbette bunlar kriz öncesi ve sektörleri sahipsiz bırakıp, yol göstermeyip, kemiklerinin kırılmasına izin verdiğiniz dönem öncesine ait oranlar. Bugünkü verilerin çok daha kronik olduğu kesin. Yani Türkiye’yi kendi teknolojisini üreten hale getirmediğiniz sürece Bakan Çağlayan’a dost acı söyler cinsinden bir ifade kullanayım: Boş konuşuyorsunuz ve ülkeye vakit kaybettiriyorsunuz.
Ar-ge yapmamız, patent geliştirmemiz, bunda da buluşların oranını faydalı modeller içinde ezmememiz gereği açıktır. Peki ar-ge için ne gerekiyor? Yaratıcılık için sanat, seviyeniz ‘ucube’ noktasında, bilgi için eğitim, seviyeniz parçalı müfredatla boş diplomalılar yetiştirme mertebesinde.
Oysa bakın Ulu Önder ne diyor? “Eğitimdir ki, bir ulusu ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır ya da bir ulusu, esaret ve sefalete terk eder.” Diyeceksiniz ki Sayın Bakan “Türkiye üretiyor.” Ulu Önder onun için de bir şey söylemiş:
“Çalışmak demek boşuna yorulmak demek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.” Yani diyor ki bitmiş ürünü değil, teknolojiyi al, üstüne bir şey koy. Üzgünüm Sayın Çağlayan ama, dedim ya dost acı söyler. Niyetiniz belki iyi ama konuşmanızın içi dolu değil. Sadece slogandan ibaret.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr