Yangınlar ve isyanlar
Yangınlar milleti dayanılmaz bir üzüntüye, yasa, öfkeye, umarsızlığa, isyana boğdu. Sosyal medyaya bakıyorum milletin ruh durumu apacık ortada... Kızan, küfreden, bela okuyan, umarsızlığını, karamsarlığını, üzüntüsünü dile getiren... Hangisini saymalı, yazmalı?!.
Yangından zarar görmüş bir vatandaş sosyal medyada küfrü basmış. Altına yorum yapan bir başkası, ''Burada bayanlar, çocuklar da var, küfretmeyelim'' şeklinde yanıt vermiş.
Bir diğeri, ''Doğru, küfür yanlış ama üzüntü ve öfke ile küfretmiş. Hoşgörmek lazım'' demiş.
Bir yurttaş, ABD'nin paralı askeri PKK şeflerinden Murat Karayılan'ın sözünü paylaşmış:
''Hiçbir genç çaresiz değildir. İki üç genç bir araya gelip eylem yapabilirler. Silahımız yok diyebilirler. Silahları çakmak ve kibrittir. Onlar da çakmak ve kibritle mücadele edebilirler''. [Sanki yangın bölgelerinde Kürt vatandaşlar yaşamıyor, çalışmıyor. Milleti birbirine sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar]
Bir yurttaş yanıtlamış:
''onlar zaten bunu hep söylüyorlar abim. İlk defa yapılan bişey değil. Burada önemli olan biz ne yapıyoruz? Ahlat'a saray, Kıbrıs'a saray. Suriyeliler yetmedi; Afganlılara maaş. Ama yangın uçağı alamıyoruz''
Her yer yanıyor. Mal, orman, canlı kaybı büyük...
Bir yurttaşımız üzüntü ve öfkesini şöyle dile getirmiş:
''Önlem alan kurumlara çöktüler! O kurumları atıl duruma getirdiler! Allah tümünün belasını elbette verecektir!''
Biri yanıtlamış:
''1. ve 2. tümcelerinize katılıyorum. 3. yanlış. Allah tümünün belasını ne yazık ki vermiyor, tersine onları bizim başımıza bela olarak gönderiyor. O bakımdan işi Allah'a bırakmamak lazım''
Paylaşılan bir söz:
''Bize Kıbrıs'ta saray lazım değil, bize yangın uçağı lazım''.
Biri yanıtlamış:
''UÇAK YANLIŞ, DOĞRUSU HELİKOPTER!!!! Bu zır cahilce, provokatif bir paylaşımdır. Zaten hesabın adı Gladyo kraliçesi Meral Apla sevenleri. Helikopter 1 saatte 8 defada 20 ton suyu orman alanına taşıyor. Uçak bir saatte 2 defada 8 ton su taşıyabiliyor''
Birinin yanıtına başka birinden yanıt:
''Uçak da doğru, helikopter de doğru, itfaiye araçları, yol açma araçları da doğru, çapa kürek de doğru, içinde uyanık nöbetçiler olan gözetleme kuleleri de doğru, insanlarımızın bilinçlenebilmesi için köy okullarının yeniden açılması da doğru, boş boş konuşan köy imamlarının yerine köylülere ağaç, doğa sevmeyi öğreten aydın imamların atanması da doğru... Hesabın adı ne olursa olsun... Kıbrıs'a külliye mülliye lazım değil. Ayranı yok içmeye, tahterevanla gidecek sıçmaya... Bizdeki külliyeler yetmedi şimdi de Kıbrıs'a oraya buraya itibar müsrifliği yap...''
''Aaa 'sıçmak' yazılır mı ne ayıp!''
Ne yazsın? ''Kakasını yapmaya'' mı?
Yangın ve yorumlar aklıma artık aramızda olmayan küfürleriyle meşhur değerli şairimiz Can Yücel'i getirdi...
Ben kendim aşırı öfkelenmezsem kibarlığımı bozmam, küfretmem, küfretmeyi sevmem. Ama olur olmaz değil de, hakkıyla küfredene de kızmam... Şimdi ben de içimden gün yüzü görmemiş küfürler ediyorum.
Can Yücel bir üniversitede konferans vermiş. Küfürlerini, argolarını da sıralamadan duramamış. Konuşmasını bitirdikten sonra soru yanıt bölümüne geçilmiş. Öğrencilerden biri söz almış:
''Çok küfürlü argolu konuşmasanız, yazmasanız...''
Can Yücel yanıtlamış:
''Küfür burjuvazinin ağzında lağım çukurudur, işçi sınıfının ağzında açan çiçektir''
Küfür, kullanıldığı yere göre çiçekle lağım çukuru arasında bir yerlerde olabiliyor.
Üzüntü, öfke ve umarsızlığın bardağı taşıran son damlasını düştüğünde ağız dolusu bir küfür patlatmak kadar duygu ve düşüncemizi dışa vurabileceğimiz, oturaklı, güzel ve etkili eylem var mıdır?
Can Yücel bir yazısında ''göt'' yazdı diye hakkında dava açılmış. Mahkemeye çıkmış, hakim savunmasını istemiş. Can Yücel önce bir olay anlatmış ve lafı oturtmuş:
Köyde ateşi çok yüksek bir hasta vardır. Hastayı doktora götürürler. Doktor muayene eder ve hastaya fitil verir. Fitili anüsten vermelerini söyler. Köylüler ‘Tamam doktor bey’ diyerek köye dönerler. Ama ''anus'' nedir bilen yoktur içlerinde. Köydeki herkese sorarlar,kimse bilmez. İlacı veremezler hastaya. Hastanın durumu gittikçe kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylüler, doktora telefon etmeye karar verirler. Muhtar aramayı kabul eder. “Biz ne yapcamızı bilimedik doktur bey” der. Doktor bir şeyler söyler, muhtar arkasına döner ve doktorun dediklerini köylülere aktarır, “makattan verin dedi doktur bey”.
Ama ''makat''ı da bilmiyordur köylü. Komşu köylere sorarlar, bilen yoktur. Hasta ateşler içinde kıvranıyordur. Durum iyice kötüye gitmektedir.
İhtiyarlar meclisi toplanır, doktorun tekrar aranmasına karar verilir. Mecburen gene muhtar arar. Utana sıkıla durumu anlatır. Doktor gene birşeyler söyler. Muhtar yüzü allak bullak, köylülere döner:
“Bize çok kızacak demiştim; fena kızdı, 'götüne sokun' dedi” der.
Köylü durumu hâlâ anlamamış, tedaviyi uygula(ya)mamış ve hasta tanrının rahmetine kavuşmuştur.
Can Yücel bu fıkrayı anlattıktan sonra o meşhur sözünü sözler: “İşte hakim bey, bizim köyde göte 'göt' derler de ondan öyle yazdım. Doktor baştan göte ‘’göt’’ deseydi, hasta ölmeyecekti''.
Yangınlar hepimizi çileden çıkardı. Can Yücel'in o ünlü sözü yanlış mı?
”Bana şiirlerinde küfür etme diyorlar usulsüz..
Lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?”
Sürç ü lisan eyledikse affola...