Avrupa pazarından gelen sinyal
Türkiye kısır tartışmaların içerisinde debelenirken, ihracatta en kritik pazarımız olan Avrupa’dan kötü bir sinyal geldi. İşin siyasetçilerin uzmanlık alanı olan hamaseti bir kenara bırakırsak, kabullenmemiz gereken bir gerçek var. İhracatımız içindeki Avrupa’nın payı yüzde 50’lerin üzerine tekrar çıkmış durumda.
Bu resim bizim için risklidir. Aslında hangi pazara yönelik bağımlılık yaratırsanız, o problem teşkil eder. Tasarruflarınızı tek bir değere yatırmak ile, yumurtaları farklı sepetlere koymak arasındaki fark kadar açık bir gerçekten söz ediyorum.
Lakin gerçeği de göz ardı edemeyiz. Yeni sepetler yaratırken, Avrupa ile kimseye faydası olmayan tartışmalara girmenin anlamı yok. Bu ifademden ülke çıkarlarını kast etmiyorum. Ama onların da kavga etmeden konuşulabileceğini düşünüyorum.
Avrupa pazarı ile ilişkilerimizi düzenli bir biçimde yürütürken, pazar çeşitlendirmesini de akılcı metotlarla yapmak gerekiyor. Önce bizim adımıza gelen sinyale bakalım. Avro Bölgesi’nin görünümü hiç hoş değil. Hele ki yapılan açıklama satın alma yöneticilerinin beklentilerinden oluşuyorsa, üzerinde iki kere düşünmek gerekir.
Son açıklanan endekse göre satın alma eğilimi son 1,5 yılın en düşük seviyesine geriledi. Buna AB’de başlayan hisse satın almalarındaki kısıtlama tartışmaları da eklerseniz, önümüzde büyük bir problem var demektir. Özetle pazarda daralma riski bulunuyor.
O zaman buna bir önlem olarak, en kısa sürede bölge ülkelerimizle ilişkilerimizi geliştirecek bir metot bulmalıyız. Bu kısa sürede ve siyasetin göstermelik ziyaretleriyle ya da geleceğin önemli pazarlarından biri olan Afrika açılımlarıyla tek başına çözülebilecek bir mesele değil.
Türkiye, en kısa zamanda devletlerin de desteklediği ‘Bölgesel İşbirliği Toplantıları’na bir biçimde öncülük etmelidir. Komşu ülkelerimizden başlayarak ve coğrafyayı suya atılan taş misali geliştirerek yapılacak bu toplantılar, civarımızdaki ülkelerin de üzerindeki baskıyı azaltacak önemdedir. Bu nedenle herkes bu işin ucundan tutar.
Yapılacak toplantılarda her ülke avantajlı olduğu ürünler seçmeli, dış ticaret yapısını dengeleyecek bir biçimde ticaret yapmalıdır. Yani örneğin her pazara her şeyi satmanız gerekmiyor. Büyük bir üretim ağı olduğu, ekonomik sınırların kendi içinde kalktığını düşünün.
Mesela İran’da biçim ihtiyacımız olan enerji var; onlar da gıdadan giyime, bilişimden inşaata kadar karşılığı bizde olan ürünler. Fakat bu iş öyle bir dengeye oturmalı ki, açık oluşmadan herkes kazanmalı. Yani kimse aldığından fazla satmamalı ya da sattığından fazla almamalı. Aynı takım gibi düşünmek lazım.
Burada en önemli sorun, bölge ülkelerinin yapısına baktığınızda tahsilat problemidir. Nitekim zaman zaman konuştuğumuz iş insanları da bölgeye gitmekten bu yüzden imtina ettiklerini dile getiriyorlar.
Oysa bu konuda çok akılcı bir çözüm var. Daha önce televizyon programımda konuk ettiğim iş insanı ve aynı finans uzmanı olan Hakan Hanoğlu önemli bir proje geliştirmişti. Hanoğlu, bölgeyi çok iyi bilen bir profesyonel. Bu önerisini devlet yetkililerine aktardığını da biliyorum. Sistem şöyle öngörülüyor:
Örneğin Irak ya da İran ile bir ticaret yaptınız. Hiç kimse birbirine para ödemiyor. Mesela Türkiye İran’a yapacağı enerji ödemesini kasasında tutuyor; karşılığında oraya mal satan firmalar da para almıyor.
Ortadaki faturayı kendi devletine götürüyor ve cari hesaptan ödemesini alıyor. Ortada ne bankacılık var; ne başka bir şey. Devletler de sonra kendi arasında mahsuplaşıyor. Bunun hem örneğin İran ile ilgili uygulanan ambargoyu gerekçesiz bırakacağı; hem tahsilat güvencesinde satışları patlatacağı, hem de bugünlerde en sıkıntılı konumuz olan dolar ihtiyacını azaltacağı açık. Çünkü Türkiye, kendi firmalarına parayı, kur karşılığı TL olarak ödeyecek.
Dediğim gibi, bu halka genişletilebilir. Ama önce kimin kimden ne alabileceği net bir biçimde masaya yatırılmalı ve karşılıklı dış ticaret açığı dengesine dikkat edilmelidir. Bunun da yolu konuşmaktan ve ortak çalışma yapmaktan geçiyor.
Bu sebeple Türkiye Avrupa ile ilişkisini koparmadan, meseleyi bir pazar çeşitlemesi olarak ele alarak ‘Bölgesel İşbirliği Toplantıları’ gündeme getirmeli; siyaset bu işin ancak destek vereni olmalı, sistem TOBB, TİM gibi kurumlar üzerinden götürülmelidir.
Aksi takdirde bu tren de kaçmış olacak ve sorunlu olan ekonomimiz adına yeni sorunlar yaratacağız.
Çetin Ünsalan
ulusal.com.tr