Üç maymun gölgesinde iş cinayetleri
Geçtiğimiz hafta sonu Birleşik Metal – İş Sendikası’nın, Sapanca’daki tesislerinde, ekonomi gazetecileri olarak sendikanın eğitmenleriyle biraraya geldik. Açıkçası çok uzun zamandır bende sıkıntı yaratan Türk sendikacılığının, görüşler üstü ve ekonomik çıkar odaklı bir çalışma içinde olması beni umutlandırdı.
Hatta Sendika Başkanı Adnan Serdaroğlu’na, bu eğitimleri sadece üyelerine değil, diğer sendika yönetimlerine de vermesi gerektiği teklifinde bulundum. Ne yazık ki ülkedeki sendikacılık genel anlamda yerlerde sürünüyor.
Şüphesiz bunda sarartılan sendikaların, iş güvencesiz yaşamın ve ‘grev işini de sorun olmaktan çıkardık’ yaklaşımıyla idarenin de de büyük payı var. Birleşik Metal – İş’te halen Kemal Türkler ruhunun yaşıyor olması, bence performanslarındaki en önemli pay. Kurdukları demokratik bilgi alma sistemi ise zeminden beslenmenin güzel bir örneğini sergiliyorlar.
Metal iş kolu esasen Türkiye’nin önemli şirketlerini ilgilendiren bir alan. İSO 500 firmalarının ilk 10 sıralamasındaki 7 firma bu alan içinde. 178 firma ile de bu kategoride yüzde 35,6 oranındaki firmayı ilgilendiriyor. İhracatın yüzde 43’ü metal sektöründen geliyor.
Sendikalı çalışanlar bakımından 250 bin işçiyi kapsıyor. Sadece MESS ile yapılanın kapsamı ise 120 bin işçi. Bu nedenle, bu iş kolunda edinilen kazanımlar Türkiye’nin geneline etki ediyor.
Bize sunulan bilgiler, aynı zamanda Türkiye’de sendikasızlaşmanın geldiği noktayı da gösterdi. Verilen bilgiler ışığında sendikalı olabilecek 13 milyon 581 bin 554 işçiden sadece 1 milyon 662 bin’i biraz aşan kısmının sendikalı olması düşündürücü. Sendikalaşma oranı südece yüzde 11,95.
Şüphesiz bunda iktidarın yaklaşımları kadar, sendikaların düşük profilli performanslarının da büyük etkisi var. Bu bakımdan Birleşik Metal – İş’in yaklaşımını önemsedim. Gözüken o ki yaklaşan MESS görüşmeleri yine keskin bir mücadeleye sahne olacak.
Birçok kişi sendika kavramına soğuk bakıyor. Bunda 12 Eylül darbe yönetiminin yaklaşımları kadar, kendini güncellemeyen bu sahadaki insanların da etkisi olduğunu söylemek mümkün. Lakin sendikasız bir reel sektörün, Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi kılçıksız balık değil, haksızlıklara neden olan bir yapı olduğunu söylemek durumundayım.
Sendikanın faaliyetleriyle ilgili farklı bilgiler sunuldu. Lakin bunların içinde beni en çok etkileyen bünyesinde İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili genel sekreterlik bazında birim kurmuş ve fabrikalarda eğitim, takip gibi operasyonlara imza atmış olmasıydı.
Çünkü Sendika Genel Sekreter Yardımcısı Nuran Gülenç’in verdiği dramatik bilgiler, acı tabloyu ve çarpık yaklaşımı gözler önüne sergiliyordu. 2012 yılında 6331 sayılı bir kanun ile bu saha düzenlendi.
Fakat 2013 – 2017 yılları arasında 7 torba kanunla 38 defa değiştirilmiş olması, kanun yapıcılığımızda kimseyi dinlemeyen yönümüzden, ciddiyetsiz yaklaşımımıza kadar bir çok özelliğimizi de sergiler nitelikte.
Değişikliklerin tamamının öteleme ve kurallara uymayı gevşetme üzerine olmasının en acı sonucunu Soma’da yaşadık. Herkes bu dönemde büyük tepki gösterdi ama yasadan sonraki iş kazalarındaki artışı görmek istemedi.
2002 – 2016 döneminde kazadan çıkmış bu iş cinayetlerinde resmi kayıtlara göre 19 bin 44 işçi hayatını kaybetti. 2016 yılında SGK verilerine göre 6 bin 547, İSG verilerine göre 7 bin 174 kişiyi kurban verdik.
2017 yılının ilk 9 ayındaki bilanço ise bin 485 işçiyle oldukça ağır. Her gün ortalama 5 – 6 işçi hayatını kaybetmesi ise, Soma kadar tepki göstermeyen ve bunu takip etmeyen Türkiye’nin ayıbını ortaya koyuyor.
Ciddi bir bilgi tutarsızlığı var. Devletin resmi kayıtlarına göre bin 266 ölümlü iş kazası gözükürken, ölüm aylığı bağlanan dosya sayısının 2 bin 306 olması sanırım net bir biçimde çarpıklıklığı sergiliyor. Bin 40 kişi ortada yok ve daha kötüsü kimse bu çelişkiyi sorgulamıyor.
Daha garip tablo ise dünyada iş kazaları oranı düşüp, meslek hastalıkları oranı artıyor. Bu bir bakıma takibi de gösteriyor. Bizde ise meslek hastalığı neredeyse yok sayılıyor. Elbette istatistikler düzeyinde yok.
Sendika yetkilileri işyerlerinde yapılan denetimlerin inisiyatiften çıkıp, mutlaka kanuni bir düzenlemeyle mecburi tutulması gerektiğini, aksi takdirde işverenin insafına bırakılan bir ortam oluştuğunu, bunun da sonucunun Soma olduğunu belirtiyorlar.
İş kazalarının temelinde ise esneklik ve güvencesizliğin önemli etkisi var. İktidarın çalışma yaşamına ilişkin tutumunun mutlaka değiştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu iş teröre dönmüş vaziyette. Buradan da ne sağlıklı bir iş yaşamı, ne de gerçekten refah sağlayan bir ekonomi yaratılamaz.
Çetin Ünsalan