Yalanların gölgesindeki gerçekler
‘Başarılı’ palavrasıyla yıllarını heba eden, gelen parayı borç edip yiyen, üretime tek kuruşluk yatırım yapmadığı gibi, üreteni pişman eden Türkiye, hicap duyarak yazıyorum ama acınacak hale geldi.
Bugün kaderini FED’in yapacağı açıklamaya bağlayan, ‘henüz koşullar sağlanmadı’ açıklamasından sonra rahatlayan; niye rahatladığını bilmeyen; ama yarın için sorunun yine kapısında olduğunun farkına varmayan; dünyayla entegre olmakla, politikasız olmayı karıştıran bir zihniyetin, halkı da peşinden sürükleyerek, ekonomiyi açmazlara sürüklediği noktadayız.
Acınacak haldeyiz; çünkü kendi payımıza olayları kontrol edemiyoruz. Yunanistan’ı konuşurken, kendi yanlışlarımıza gözlerimizi kapatıyoruz. Problem bize ait, ama gerçeklerle yüzleşip, faturayı üstlenmekten de imtina ettiğimiz için bahaneler arıyoruz. FED faiz arttırır mı, arttırmaz mı?
Dünyanın her ülkesine ve ekonomisine böyle bir eğilimin etkisi olacaktır. Ama benzerlerimiz dışında kimse için bu durum hayat memat meselesi halinde değil. Zaten sıkıntı yaşayacağını bilenler de bugün de önlemler almanın yolunu arıyorlar.
Bir yanda Yunanistan üzerinden tek pazarımız kalmış AB’yi, diğer yandan faizi ne zaman arttıracak dediğimiz ABD’yi gözler olduk. Ortadoğu yangın yeri, Ruslar üretime yöneliyor; şirketlerimiz hızla rekabet edemez noktaya sürükleniyor.
Sanırım İSO 500 şirketleriyle ilgili çarpıcı gerçek, sorunumuzu yüzümüze vuruyor. Türkiye’nin en üretken ve ihracatçı 500 şirketi, ABD’nin bir perakende zincirinin üçte bir büyüklüğüne ulaşabiliyor. Benzer durum diğer alanlarda da var. Mesela toplam bankacılığımızın büyüklüğü, Almanya’daki bir bankanın çapı kadar... İşte asıl sorun bu…
Sorun burada da bitmiyor… Ekonomi yönetiminin yarattığı ahlâksız piyasa şartları, üreten şirketlerimizi öyle bir hale sokmuş ki, kârlarının yarısını faaliyet dışı gelirlerden elde ediyorlar. Ama utanmazlık bunun sunuluşunda da devam ediyor.
Çünkü medya durumu, kur yükselişinden şirketlerin yararlandığını belirterek aktarıyor. Oysa aynı raporun detaylarındaki öz sermaye / borçluluk mukayesesine baktığımızda, dünya ortalaması yüzde 70 iken, Türk şirketlerinde oranın yüzde 132 olduğunu görüyoruz.
Böylesi bir tabloda kur artışından şirketlerin kârlı çıkması mümkün mü? İnsafınız kurusun; insan bu başlığı atarken biraz utanır… Üstelik dalgalanan ve istikrarsızlık içinde Türkiye’yi vuran dolar kuru da fiyat vermekten maliyetlendirmeye, teklif sunmaktan hammadde alımına kadar her aşamada şirketleri sıkıntı ile boğuşuyor iken...
Peki, iş dünyasının temsilcileri ne yapıyor? Bu kadar birikmiş sorun varken, siyaseti uzlaştırmanın peşine düşmüş. Bu büyük ekonomi palavrası o kadar tehlikeli bir eylemdir ki, bir yalan ile başlar; böyle yalan rüzgârı haline dönüşür.
Sonra mı? Sonrası sıkıntılı bir süreç… Halen yalanların gölgesinden gerçek çıkarmaya çalışanlar, bu ülkede önümüzdeki dönemde aynı kafayla devam ederek, kapanan firmalar ve patlayan işsizlikten başka miras bırakmayacaklar.
Kaderin garip bir cilvesi değil mi? Mevcut iktidar üreten, büyüyen, fabrikalar kuran, sıfırdan başlayıp bilim konuşan bir toplumu ve onu yaratanları reddi miras yapmaya uğraşırken, geleceğe tüketen, borca batmış, iç barışı bozulan, bilimi gereksiz gören bir ülkeyi miras bırakmaya hazırlanıyor. Birileri de çıkmış buna gelişme diyor.
Şaşırıyor muyum? Hayır… Rotası bilim olmayanın, gerilemeyi gelişme zannetmesinden, bunu da topluma yutturmaya çalışmasından daha doğal ne olabilir ki?
Çetin Ünsalan