Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

Başkan uyuma, üyene sahip çık

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ifadesine göre Türkiye’de 5 milyon başkan var. Ama sanırım bu başkanların, bilhassa reel sektörü temsil edenleri, hiçbir dönem kendi üyelerine bu kadar yabancılaşmamıştı.

Kendilerini seçenlerin dertlerini bir köşeye atmışlar; iktidarın kuyruğuna kapılmışlar. İnsanın dili varmıyor ama, istisnalar olmakla birlikte geneli tek kanaldan yayın yapan televizyon programı gibi… Alt taraf cayır cayır yanarken, bu yaranma duygusunun altında ne yatıyor; onun için bir genelleme yapmak zor. Ama her biri için bir şeyler söylemek mümkün.

Şüphesiz sayıları parmakla gösterilecek kadar az olan, korkusuzca doğruları söyleyenler de var. Ama geneli için ne yazık ki bu kanaatte bulunmak mümkün değil. Basın toplantılarında AMP’nin bakanları mı konuşuyor; yoksa ilgili kurumun başkanı mı çözmek mümkün değil. Elbette kayıt dışı konuşulanları saymıyorum…

Çünkü mikrofonlar ve ses kayıt cihazları kapalı iken konuştukları ile beyanat verirken söylediklerinin birbiriyle tutmadığını tahmin edersiniz. Sohbet ortamında neredeyse üyeleriyle aynı sıkıntılardan ve bu sorunlara sebep olanların adreslendirmesinden bahsediyorlar. Bu ise daha problemli bir durumu gözler önüne seriyor.

Bu gün itibariyle reel sektör çok ciddi açmazlarla, vadeli satışlardan kaynaklanan finansman sorunlarıyla, tahsilât problemiyle uğraşıyor. Mal satamıyor; satsa parasını alamıyor. Bu da zincirleme olarak tüm sistemi alt üst ediyor. İç ve dış borç ödemelerindeki açmazlar, ihracat pazarlarındaki sıkıntılar, iç pazarın tamamen ithalata kaptırılmış olması da cabası…

Ama hele ki bir seçim öncesi ve sonrası olmaya görsün. Çıkıp tek tek destek açıklaması yapıyorlar. Şüphesiz bunun içerisinde tehdit, korku, iş alma beklentisi gibi farklı farklı sebepler var. Dedim ya, konuştuğunuz kişiye göre gerekçe değişebiliyor.

Şimdi bir örnek vereceğim ama sanmayın ki, sadece adı geçen kişiyle bağlantılı bir durum. Bunu Türkiye genelindeki bilhassa sanayi ve ticaret odası başkanlarının birçoğu için örneklendirmek mümkün.

İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan bir açıklama yaptı: ‘Türkiye’nin reyting notunu korumak hepimizin sorumluluğu” dedi. Elbette öncesinde de gerekli eklemeyi yapmayı ihmal etmedi: ‘Türkiye’nin son yıllarda gösterdiği ekonomik barıyla gelen not…”

Eğer reel sektörün içinde iseniz, hele ki başkanlık ediyorsanız, üretim ekonomisi adına ortada bir başarı olmadığını da görmeniz gerekiyor. Bu notu korumanın da, kalkınmışlıkla değil, borç / borçlanma / ödeme kabiliyeti kriteri içinde ele alındığını bilmeniz lazım.

Vaka gösteriyor ki, borç ödemesiyle ilgili ciddi bir sorun ile karşı karşıyayız. Ne yapacağız? Bu kurumlar Başbakan talimatıyla hareket etmez ki? Verdiği parayı tahsil edip, edemeyeceğine bakar. Ricada mı bulunacağız? Onu 22 Mayıs 2013 gününden yaklaşık bir hafta önce ABD’ye giden heyet yaptı, eli de boş döndü. Merak etmeyin…

Oysa böyle göstermelik açıklamalar yapıp, gizli destek peşinde koşacağımıza, Türkiye’yi üretim ekonomisini esas kılacak politikalar konusunda yönetenden yönetilene cesaretlendirmek gerekmiyor mu?

İSO Başkanı bu açıklamayı yaparken, reel sektörde geçen yılın ikinci çeyreğine göre yüzde 3 istihdam artışı olduğu açıklaması geldi. Üstelik Merkez Bankası imalat sanayinde kapasite kullanımının daraldığını açıklarken… TİSK 2014 Haziran ayında son dört yılın en düşük performansının sergilendiğini kamuoyuna duyururken…

Eğer yarı kamu bir noktada başkanlık görevi üstlendiyseniz, işiniz yönetenlere uygun açıklama yapmak değil; gerçekleri konuşmaktır. Yoksa fatura size çıkar. Bakın bir örnek vereyim. Bank Asya meselesi…

Bu bankanın faaliyetleri içerisinde kanun dışı bir şey var mı, yok mu bilemem. Zaten katılım bankacılığının bir hülle olduğuna inanlardanım. Kâra/ zarara ortak, kâr paylaşımı sisteminin İhlas Finans sarsılırken ne olduğunu gördük.

Zarara ortak olanların hepsi kuruluşun kapısını aşındırdı. Hani kâr/zarar ortaklığı vardı? Boş laf… Kâr ortaklığı dediğiniz şeyin de bildiğiniz faizden hiçbir farkı yok. Peki bunlar olmalı mı? Eşitlik ilkesi esas alınıyorsa, bankacılık faaliyeti içinde haksızlığa neden olmuyorsa bence hiçbir sakıncası yok.

Gelelim Bank Asya meselesine… Ne yaptı; ne yapmadı bilemem. O yetkililerin işi. Fakat yürütülen operasyonda büyük bir hukuksuzluk olduğunu söylemek de vicdani sorumluluğumun gereği…

Bunun üzerinden KOBİ niteliğindeki firmaları mercek altına almaya çalışmak ve TMSF kanalıyla bu verileri ele geçirmek, ortada kanıtlanan bir suç yoksa, bırakın bu kuruluşun özelini, Türkiye’deki bankacılık açısından çok farklı sakıncaları beraberinde doğuracaktır.

Şüphesiz bu bankaya yapılan hukuksuzluğu savunmanın bana kalmış olması da bir başka dram. İki gün öncesine kadar yağlı ballı olanların, hukuksuzluklara ‘iktidar öyle istiyor’ diye göz yumması da bir başka acı nokta.

Peki şimdi ne oldu? Bank Asya kredileri erken çağırmaya başladı. Kim bunun cezasını görecek? Reel sektör… Peki başkanlar siz neredesiniz? Banka umurunuzda olmayabilir. Bu kavgada iktidar yanlısı gözükmek de istemiş olabilirsiniz. Ama filler tepişirken, üretim diye çırpınanların zarar görmesine neden ses çıkarmıyorsunuz?

Bu sistem yakında zora düşen tüm bankaların uygulayacağı bir hal alacak. En güzel örneğini 2008 yılındaki krizde gördük. Çekleri hemen tahsil edenler mi istersiniz, krediyi erken çağıranlar mı? Kaç firmanın battığını bilmiyor musunuz?

Bitti mi? Hayır… Şimdi de son derece şeffaf yönetiliyormuşuz gibi, MASAK’ın bir istemi Resmi Gazete’de yayımlanarak bankalara bildirildi. Hesaplarda şüpheli hareket görülürse MASAK’a bildirilecek. Güzel ama eksik… Şüpheli hareketin tanımı ne? Banka Genel Müdürü’nün evinden çıkan milyon avrolar şüpheli sayılmadığına göre kriter ne?

Son söz tekrar başkanlara… Bunlara ama korkudan, ama bir başka nedenle susuyorsanız, yarın fatura reel sektörün önüne konulduğunda başkanım diye ortaya çıkmayın. Çünkü o tablo, bugünkü suskunluğunuzun eseri olacak.

Başkan uyuma sahip çık