Soner Polat
Soner Polat Köşe Yazısı

Sadakanın ekonomisi olmaz!

Viyana’da 1886 yılında doğan bir çocuğun zekâsı ve üretkenliğini dünya ancak 1980 yılından sonra anlayabilecekti. Karl Polanyi 1908 yılında felsefe doktorasını tamamladıktan sonra 1912 yılında Hukuk fakültesinden mezun oldu.

BİR KİTABIN YANKILARI

Avusturya’da 1930’da faşizmin ayak seslerinin duyulmasından sonra İngiltere’ye göç etti. Orada işçiler üzerinde derin araştırmalar yaptı. Kendisini bütün dünyaya tanıtan “Büyük Dönüşüm” adlı kitabı ile ilgili bütün verileri orada topladı. Daha sonra Kanada’ya yerleşti. Columbia üniversitesinde/ABD profesör unvanı ile dersler verdi. 1964 yılında vefat etti. Büyük Dönüşüm kitabının ilk baskısı 1944 yılında çıktı. Kitap sadece sınırlı bir antropolog çevresinin ilgisini çekti. Fakat 1980 yılından sonra sanki sihirli bir el bu esere dokundu. Küresel düzeyde bir tartışma başladı. Karl Polanyi’nin ismi Karl Marx, Adam Smith gibi devlerle birlikte anılmaya başladı. Kitap, Karl Marx’tan sonra kapitalizmin en büyük eleştirisi olarak kabul ediliyor.

LİBERAL TOPLUM İNORGANİKTİR

Kitap şu cümleyle başlar: “19’uncu yüzyıl uygarlığı çökmüştür.” Özü de şudur: “Makineleşme sonucu insanlar kendi doğaları ile çelişen kalabalıklara dönüşmüştür. Piyasanın ortaya çıkardığı toplum doğal ve organik bir toplum değildir. Bu düzen şeytani bir değirmendir; sürdürülebilir olduğu inancı boş bir hayaldir. Liberal ekonomi, emek, toprak ve sermayenin dönüşümü ile gerçekleştirilen bir siyasi projedir. Bu proje ile toplum dağıtılmış ve ekonominin ihtiyaçlarına göre yeniden bir araya getirilmiştir. Toplumun organik yapısı bozulmuş, toplum inorganik olmuştur. Piyasanın yarattığı toplum, kölelikten kurtulmuş özgür insanları açlıkla terbiye etmektedir!”

İNGİLTERE’DE NE OLDU?

Karl Polayni İngiltere’de yaptığı araştırmalarda sadaka ekonomisinin doğasını da ortaya çıkarmıştır. 19’uncu yüzyılda İngiltere’de açlık yaygınlaşır. Büyük bir ayaklanma ile kapitalizmin yıkılacağı endişesi başlar. İngiliz devleti büyük bir plan yapar. Yoksul aileler tek tek tespit edilir. Kilisenin de içinde olduğu büyük bir yardım örgütlenmesi gerçekleştirilir. Bu projenin başarısı için her kesim iyi niyetli olarak yola çıkmıştır. Ama proje bir yıkımla sonuçlanır. Programı istismar eden iş çevreleri işçi ücretlerini düşürür. Çalışan işçide ciddi motivasyon kayıpları olur. Bütün dengeler alt üst olur. Fakirlik artar. Gelir düzeyindeki adaletsizlik daha da büyür. Ahlaki çöküntü toplumsal bir yara olur. Üretim düşer.

HALKA VERİLEN YANLIŞ MESAJ!

Türkiye, ne yazık ki tüm bu gelişmelerden ders almış gibi gözükmüyor. Meclis’teki siyasi partilerin tamamı popüler vaatlerle halkın karşısına çıkıyor. İşin özeti: “A Partisi ne verirse, iki mislini vereceğim!” Halka sadece aysbergin üstü gösteriliyor. Ülkenin gerçek makroekonomik verileri aysbergin altında kayboluyor. Ayrıca Türk milletine de çok yanlış bir mesaj veriliyor. Sanki bir parti istediği takdirde sınırsız para akıtılabileceği kanaati yaygınlaştırıyor. Böyle bir yaklaşım halkı ekonominin doğasından uzaklaştırıp sadece sadaka üzerine yoğunlaştırıyor. Bu atmosferin ülke geneline yayılması hiçbir özgün ekonomik görüşü olmayan partileri çare haline getiriyor. Bu partilerin değil çare olmak, sorunun asıl kaynağı olduğu gözlerden kaçırılıyor. Halkın ancak bu partilerden kurtulduğu takdirde refah ve mutluluk yoluna girebileceği unutturuluyor. Büyük hayal kırıklıkları, yaşanan onca sıkıntıya rağmen her seçimde aynı partiler temcit pilavı gibi önümüze koyuluyor.

OLMAYAN ŞEYİ DAĞITAMAYIZ!

Kendimizi kandırmayalım. Ancak olan bir şeyi dağıtabiliriz. Dağıtabilmek için önce kabul edilebilir bir zenginlik yaratmalıyız. Bunun tek yolu ise üretimi artırmaktır. 1980’li yıllardan sonra küresel güçlerin tuzağına düştük. Elimizde ne var ne yok sattık! Üretim tesislerini yok pahasına özelleştirdik. Tarım ve hayvancılıkta büyük mevzi kaybettik. Açtığımız fabrikalarla, yarattığımız istihdamla, büyük tarım stokları ile övüneceğimize “yol” dedik, “köprü” dedik. Kısır bir döngü içine girdik. Devletçe tedbir almadığımız için üretim yapmak verimli olmaktan çıktı. Mevcut üretim girdileri ile büyük bir çoğunluk, “zarar edeceğim endişesi” ile üretimden kaçıyor. Böyle bir durum zaten kırılgan olan ekonomik yapıyı daha da hassas bir konuma düşürecektir. Ayrıca ülke insanının sağlıklı bir şekilde beslenmesi de artık bir sorun sahasıdır.

Meclis’teki partiler tüm bu olumsuz ekonomik koşullara rağmen aynı plağı çalmaya devam ediyor. Bu tünelin sonunda bir ışık yok! Aynı plak çaldıkça beka sorunu daha da vahim bir boyut kazanır. Çözümü olan, çıkış yolunu gösterenlerin önünü açmalıyız…

Amiral Soner Polat

ulusal.com.tr

ekonomisi olmaz