Ben seni zaten sevmezdim
Mahallelerde aralarında su sızmayan çocuklar kavga ettiklerinde, bir muhabbet gelişir. Ona ihtiyacım yok ki imajını çevreye kanıtlamak üzere gelişen konuşmalar da ‘ben seni zaten sevmezdim’ diyerek de son bulur. Adı üstünde yapanlar çocuktur ve hareket de çocukçadır.
Fakat Rusya ile olan ilişkimizde bakanlar düzeyinde bu yaklaşımın sergiliyor olması, Türk siyasetinin düzeyini göstermesi bakımından önem arz ediyor. Malûmunuz daha önce, yani her şey yolundayken, uyuyan bir turizm bakanı, kritik müşterimiz haline gelen Ruslar’a hakaret etmeyi başarmıştı.
Neyse ki konu fazla bir diplomatik krize neden olmadan kapatıldı. Her zaman olduğu gibi ‘yanlış anlaşıldılar.’ Lakin bizim safların süreç okumak gibi bir yetenekleri olmadığı için, itinayla bir çuval inciri berbat etmeyi başarıyorlar. Malûm kriz sonrasında ‘bak Ruslar zararda’ cinsinden ergen tavırlar, kendimize bakmayı unuttuğumuzu zannettiriyor olmalı.
Oysa Ruslar’ın ne kadar zarar olduğundan çok, bizim nasıl etkilendiğimiz önemli. Zira gün sonunda kaybeden diğerinin zararını karşılamıyor. Turizmdeki dramatik fotoğraf ve çaresizce sergilenen ‘iyiyiz’ tavrı, iflas etmiş Ukrayna’dan bile medet umacak hale geldiyse, konuşacak bir şey kalmıyor.
Ama bizim idarecilerimiz durduğu yerde durmuyor. Önce iktidara yakın bir işadamından açıklama geldi. Fettah Tamince ‘Bir Arap müşteri, 5 Rus müşteri kadardır’ gibi bir açıklama yaptı. Bunu bir kenara yazın.
Ardından da Türkiye Otelciler Federasyonu Başkan Yardımcısı Mehmet İşler “İranlı turistlerin Türkiye’ye ilgisi artıyor’ gibi ‘sorun yok’ havası veren bir beyanat verdi. Bakanlarımızın düzeyine gelirsek, onlar zaten ‘bir şey olmaz bir şey olmaz’ havasında.
‘Zaten Ruslar krizde olduğu için bu sene gelmeyeceklermiş, yani çok da kaybettiğimiz bir şey yokmuş.’ Fakat krizdeki Ruslar nedense Yunanistan ve İspanya’ya akın etti, krizli halleriyle oranın turizmini kurtarıyor. Yani işin özeti seviye bu... Gelelim ‘bir İranlı 5 Rus müşteri eder’ yaklaşımına.
Geçen akşam bir otel zincirinin üst düzey yönetimi ile sohbet etme fırsatım oldu. Elbette konu dönüp dolaşıp turizme geliyor. İptal edilen kongrelerden, İstanbul’un göbeğinde sinek avlayan otellere, 2018 yılına kadar ışık görülmeyen Türkiye’nin raporlara geçmiş halinden, sonraki yıllardaki belirsizliğe kadar sahadan birçok saptamayı aktardılar.
Fakat bir tespit vardı ki, işin bugüne kadar hiç duymadığım bir yanıydı. Kriz büyüyüp, müşteri azaldıkça fiyatlar aşağı düşüyor. Fiyatların ucuzlamasıyla müşteri portföyündeki çıta da iniyor. Lakin aynı parayı verse bile, ki vermiyor, buna karşılık maliyetler üç katına çıkıyor.
Anlaşılması garip bir durum olduğundan örneklendirmesini istedim. Tek bir örneği paylaşayım. Sabah kahvaltısı için Avrupa standardında bir turist geldiğinde 1 kg bal tüketiliyorsa, Arap turist geldiğinde bu 3 kg’a çıkıyor.
Neden? Yiyemediklerini de yanlarına alıyorlarmış. Bunun gibi çok sayıda örneği konuştuk, ama bu çok çarpıcı olduğu için paylaştım. Öncelikle müşteri ayırt etme şansımız yok. Farklı paketler sunarak Araplar da, Ruslar da, Avrupalılar da, Uzakdoğulular da gelsin.
Ama hepsinin bir arada yaşaması mümkün olmadığından ona göre segmentler oluşturalım. Bu işin normal koşullarda olanı.. Böylesi kriz dönemlerinde ise şüphesiz gelene git denecek hali yok. Fakat gelenlerin de açığı kapatamayacağı açık.
Artık birbirimizi kandırmayı bırakıp, şu sorunla yüzleşelim. Ruslar Karadeniz Ekonomik İşbirliği Toplantısı’na bizimkileri davet edince, bunu bile geri adım olarak nitelendirdiler. Yahu kurucu üyesi olduğumuz bir yapılanmaya, ev sahibinin bizi davet etmesinden daha doğal ne olabilir? Bununla övüneceğine Avrasya Eylem Planı’nın nasıl dışında kaldığını sorgula.
Üstelik Rusya Ukrayna’yı da çağırdı, ama öbür tarafta Azerbaycan- Ermenistan ikilisini Karabağ konusunda uzlaştırıp, bizi yine boşa düşürdü. Merak ediyorum, ne zaman kendimizi kandırmaktan vazgeçip, gerçekten çözüm konuşacağız?
Çetin Ünsalan