Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

Van’da çırpınanlar ve kayıplar

Hafta sonunda Türkiye’nin gözbebeği olacak bir ildeydim. Sadece potansiyeli ile değil, insanıyla, doğasıyla, tarihiyle, özlemleriyle, zanaatiyle, mücadeleci ruhuyla, Türkiye sevdasıyla Van’ı ve Vanlı’yı gördüm.

Cazibe merkezleri kapsamında 23 ili, 5 bölgeye ayıran Moda ve Hazır Giyim Federasyonu, Iğdır’dan sonra, şehri bir üretim merkezi yapabilmek amacıyla Van’da bir zirve düzenledi. Öncelikle, Türkiye’de bir sivil toplum örgütünün bu mücadelesini tebrik edenleri görmek istiyorum.

Çünkü Ziya Paşa’nın da dediği gibi; marifet iltifâta tâbidir. Van tespitlerini paylaşacağım. Ama önce içimi kanatan bir durumu ortaya koymam gerekiyor.

Hazır giyim konusunda 25 derneği ve 8 bin üyeyi temsil eden bir federasyon, ilinize yatırımcı getirmek adına zirve düzenleyecek, potansiyel yatırımcı getirecek, basını sizle buluşturacak ve kamu olarak orada olmayacaksınız. Bu kabul edilebilir bir şey değil.

Zirvenin açılışına vali yardımcısını gönderecek ve ortadan kaybolacaksınız. Buna yasak savma denir. Oturumlarda kalkınma ajansının genel sekreteri beklenirken temsilcisi gelecek, hazırlanmış dosyalardan, internette bulabileceğiz bilgileri aktaracak ve amirinin onu beklediğini belirterek hemen gidecek.

Kalkınma ajansı niye var? Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş yatırımcı ile buluşmaktan daha önemli ne işi olabilir? Zaten varlık nedeni bu değil mi? İşin özü Van’da benim gözümde kamu sınıfta kalmıştır ve “hazır giyimci Van’da, kamu nerede” dedirtmiştir.

Gelelim Vali Yardımcısı İbrahim Civelek’in açılış konuşmasında tek dikkat çeken Tekstilkent gerçeğine… Beyanatı esas alırsanız 55,3 milyon TL para harcandı. Çok sayıda firma orada üretim yapma mücadelesi veriyor. Hatta kendi üretimini, kendi dizaynıyla, Paris’teki mağazasında, kendi markasıyla satan bile var.

Ama 55 trilyon harcanan Tekstilkent’in yolu yok ya da doğru bir deyişle toz toprak içinde. Bir sürü düz arazi varken, hatta OSB’de yer müsaitken, nedeni anlaşılmaz bir biçimde bayıra kurulmuş.

Çalışanları umursamasanız bile, sadece üretilenin nakledilmesi, yani lojistik kabiliyeti adına bile anlamsız bir yokuş. Sadece binalardaki kaymayı engellemek için yapılan 8 metrelik duvarların parasıyla bile başka yatırımlar yapılabilir. Parayı devlet harcayınca, aklın tatile çıkmasını normal mi karşılayalım?

Peki Van cephesinde, yani özel sektörde ve bunları temsil eden oda, dernek gibi kuruluşlarda durum ne? Açıkçası şunu çok net söylemem gerekir ki, onlar da çırpınıyor. Örneğin Van Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Necdet Takva’nın yatırımcıyı davet ederken, ‘kârınız sizin olsun, biz zararınıza talibiz’ ifadesi çok önemliydi.

Yine kendi markasıyla Fransa pazarına girmeyi başaran İbrahim Sami’nin ‘Bin 100 personel çalıştırıyorum. Personel ihtiyacınız için gelin benden adam çalın’ vurgusuyla verdiği açık çek tarifsiz kıymetteydi.

Tarım, hayvancılık, madencilik ve turizm dışında, hazır giyimin, tekstilin Van için atılım hedefi olan sektörlerden biri olduğunu belirten ve civarındaki dört ilin kalkınmasının Van’ın kalkınmasına bağlı olduğu ifade eden Doğu Sanayici ve İş Dünyası Federasyonu Başkanı Müslüm Erbay’ın çağrısı kadar ‘Yatırımcının önünde bürokratik engeller var’ deyip ‘teşviklerden eşit yararlanmayı önemsiyoruz’ cümlesindeki nazik eleştiri de çok anlamlıydı.

Kızılay’ın Van’da çadır fabrikası kurabileceklerine dair Türk Kızılayı Başkan Yardımcısı Ercan Tan’ın çıkışı, Ekonomi Gazetecileri Derneği Başkanı Celal Toprak’ın potansiyeli ortaya koyarken, eleştirel yaklaşımı, LC Waikiki Tedarik Direktörü Şenol Dallı’nın Almanya’da günde 800 bin adet üretim yapan fabrikalarıyla tekrar üretime ağırlığını koyduğuna dair uyarısı anlamlıydı.

Peki organizasyonun emektârı ne dedi? Moda ve Hazır Giyim Federasyonu Başkanı Hüseyin Öztürk, aslında bir çok noktaya dikkat çekti. Birlikte kalkınmanın önemine, istihdamda ara eleman kavramının olmaması gerektiğine, İstanbul’da sıkışan sektörün cazibe merkezlerinde ihtisas üretimleriyle toplam fayda yaratacağına vurgu yaptı.

Ama belki de konuşmasındaki en kritik vurgu şuydu: “Van’ın çıkış noktası üretim, hazır giyim ve istimdamdadır. Bu tüm doğu illerimiz için kritik bir vurgudur. Bu amaçla şehirleri kapı kapı gezip, fırsat ve tehditleriyle yüzleştiriyoruz. 211 ülkeye ihracat yapan sektörle ayağınıza geldik.Dünyada hazırgiyimden başka tanınan sektörümüz var mı? En güzel örneği Gaziantep. Suriye meselesiyle yediği ekonomik darbeyi hazır giyimle aştı. Planlı bir kümelenme başarılırsa, firmalar rakip değil partner haline getirilebilir. Bu noktada bütünü görmeliyiz. Bilhassa personel konusunun üzerinde durmalıyız. Mühendisler bile masa başı iş istiyor. Çünkü gerçekten kimse ne iş yaptığını bilmiyor. Eksik ve yanlış eğitim veriyoruz. Mezun olup, bir tane bile işletme görmeyen insan sayımız rahatsız edici boyutta. Çocukları kâğıt üzerinde mühendis yapıyoruz. Hayat, samimiyet istiyor. Bir dünya kurmamız ve sürdürülebilir kılmamız lazım.”

Yani anlaşıldığı üzere kâğıt üzerinde yaptığınız eğitim de, teşvik de olsa sonuç vermesi mümkün değil. Herkesin üretime inanması ve samimiyetle elini taşın altına koyması gerekiyor. Hüseyin Öztürk’ün de vurguladığı gibi bütünü kurtarmadan, bireysel kurtuluş mümkün değil.

Van tüm bu vurgular adına o kadar güzel bir örnek ki… 20,6 yaş ortalaması ile yüzde 37,5 işsizliğin olduğu kentte başka ne konuşulabilir ki? İşin özetine bakılırsa çalışanıyla, yerel ve yatırımcı işletmeleriyle herkes çok heyecanlı. Mesela Tekstilkent’teki üreticilerden biri olan Ümit Gündüz 2 yılda 10 milyon TL’lik yatırım düşüncesini ortaya koyuyor.

Yani Van her şeyiyle samimi bir kentimiz. Fakat böyle bir kentte desteklerin de kamu tarafında göstermeliğin ötesine geçmesi lazım. Söz konusu olan ‘para verdik’ ise de şöyle düşünün. Çocuğunuza para vererek babalık yapmış oluyor musunuz? Bakın paranın verilip verilmediğine girmiyorum bile.

Van, samimi insanlar kenti. Ama aynı zamanda tarihin ve zanaatin de beşiği. Urartular’ın eserlerini, gümüş işçiliğine çevirerek zanati yaşatan Atasoy Gümüş’ün babadan oğula geçen geleneğinde yetkilisine şunu sordum: Zanaatkâr yetiştirebiliyor musunuz? Evet yanıtını aldıktan sonra da Türk reel sektörüne ders verecek sırrı paylaştı benimle: Çalışana hakkını verirseniz, işine de, size de sarılır.

Onlar yatırımcıyı ama en çok da samimi bir yaklaşımı bekliyor. Ne kadar özlemle mi? Sanırım Paris’e kendi tasarımını ve üretimini satmayı başaran İbrahim Sami’nin yatırım için gelen Moda ve Hazır Giyim Federasyonu üyelerine yönelttiği şu sözü, ildeki durumu ve sahiplenme isteğini çok net özetliyor. “Hacdan babam gelse, size gördüğüm kadar çok sevinmezdim.”

Çetin Ünsalan

da van kayıplar