Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

Ya Avrupa çökerse…

Avrupa ekonomisindeki durgunluğun boyutu derinleşerek artıyor. Bu sene sonuna kadar, muhtemeldir ki, bir dahaki seneyi de kapsayacak bir biçimde Avrupa pazarı ile ilgili Türkiye büyük bir açmaz yaşayacak.

Tek pazar bağımlılığının sıkıntısını 1998 senesinde bazı sektörlerde Rusya’da yaşamıştık. Çeşitlendirme politikasıyla yaratılan alternatife pazarlar da henüz Avrupa’nın açığını kapatmaktan çok uzak. Bununla birlikte uzun yıllardır uygulanan kur politikası da ihracatçıyı canından bezdirmiş durumda.

Her ne kadar Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso krizin en kötü noktasının aşıldığını, Güney Kıbrıs ile IMF’nin anlaşmasının da sağlandığını belirtse de, ekonomik gerçekler bunun sadece bir beklenti yönetimi olduğunu ortaya koyuyor.

Çok net bir gerçek var ki, Avrupa ekonomisi ciddi bir açmaz içinde ve bu sıkıntı uzun bir süre daha devam edecek. Bunun bizim adımıza olumsuz etkileri de elbet olacaktır. Turizmden ihracata kadar uzanan bir yelpazede farklı etkilerini hissedeceğiz. Ama bir detay var ki, ekonomi dünyasında konuşulmuyor.

Türkiye’deki işletmelerin yapısını ve iş yapma biçimleriyle, oluşturulan standartları doğru analiz etmek gerekir. Çünkü Türk iş hayatı Amerikan tarzı iş yapan, Ortadoğulu gibi davranan, müteşebbis olma ruhunda Türk olan, engel tanımayan, ama Avrupa standartlarında piyasa yapısı düzenlenen bir anatomiye sahip.

Bu ister hoşa gitsin, isterse gitmesin gerçek. Bunda yıllar içerisindeki firma ilişkilerinin, IMF ile içli dışlı olmanın, o pazarlara ulaşmakta gereklilikler sergileyen farklılaşmanın ve birçok etkenin harmanlanmasının rolü var. Bu nedenle iş dünyası ile bürokrasi arasında yıllardır bir uçurum sö konusudur.

Aynı yola gitmek isteyen, ama farklı dilleri konuştuğu için anlaşamayan bu yapı, Türkiye’de yıllardır problemin ana kaynağı olmuştur ve ne yazık ki hiç de tartışılmamıştır.

Son yıllarda buna rakam odaklı bir ekonomi zihniyeti eklenip, kalkınma yerine büyümeyi konuşan bir fotoğraf ortaya çıkınca da, sorun tamamen hasır altı edilmiş ve ekonomi finans piyasalarına, bağlantılı olarak da uluslararası sermayeye göbekten bağımlı hale getirilmiştir.

Şimdi tartışılması gereken Türk iş dünyasının iş yapış modelinin ne olması gerektiğidir. Türkiye bu tartışmayı bir kere yapmış, dünyadaki farklı sistemlerdeki doğruları, kendi doğrularıyla harmanlayarak bir politika uygulamış ve Atatürk dönemi Milli Kalkınma Projesi ile 15 yılın sonunda dış ticaret fazlası veren ve kalkınan bir raya oturmuştur.

Ne yazık ki sonraki süreçte makasa gelen tren her seferinde kendi yolu yerine, başkalarının yoluna girdi. Durum, makas değişimi doğru yapılır ve öğrenilenler öze dönülerek kullanılırsa avantaj, yanlışlara devam edilirse batış getirecek bir rotada ilerliyor.

Ve gelelim ana soruya… Ya Avrupa çökerse? Elbette ki toptan bir yokoluştan bahsetmiyorum. Ama bu ekonomik yapı bu haliyle gider ve uluslararası pazardaki etkinliği sarsılırsa ne olacak?

Rusya’da GOST-R normları oluşturulurken 5 bin Mark’a bir madde yazdıran ve pazarı kendine göre şekillendiren bir Almanya gerçeği hepimizin hafızasında… Eğer dünya ekonomisi Avrupa’yı etkin rolünden indirirse, bu normlara da, iş yapış biçimine de yeni güçler doğrultusunda etki edecektir.

İşte tam bu aşamada standartlarından firma yapılarına kadar tüm yapılanmasını tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne bağlayan Türkiye ne yapacak? Cevabı verilmesi ve tartışılması gereken soru bu. Bugünden kendi karakterimize uygun, ama uluslararası geçerlilikleri de olan öz bir stil yaratamazsak, Avrupa’yla birlikte biz de çukura düşeriz.

Yani Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi ‘biz kötüyüz, ama onlar da bizden kötü’ değil; ‘biz nasıl herkesten daha iyi oluruz’ ilkesinden peşinden koşmak gerekiyor. Yoksa binada çıkan yangın, mutlaka sonuçta mutfağı da yakar.

Bina yandığında da alternatifi olmayan adam sokak ortasında dımdızlak kalıp, sağa sola el açar. Daha da kötüsü, bugünkü gibi gırtlağına kadar borçlu olduğu için dilenerek bile karnını doyuramaz.

Çetin Ünsalan

ulusalkanal.com.tr

YA avrupa