Stagflasyona koşuyoruz
Son açıklanan enflasyon rakamını iyi okumak lazım. Çünkü faizi baskılamaya devam ettiği ve öyle öngörüldüğü gibi tatminkar bir düşüşün kağıt üzerinde dahi elde edilemeyeceği çok açık gözüküyor.
Enflasyon konuşurken faize atıfta bulunmamamın önemli bir nedeni var. Zira bu durum kırılganlığın oranını arttırırken, bir yandan da rasyonel davranışların dışına çıkılması ihtimalini oluşturuyor.
Öncelikle enflasyon bir süre daha, yani üretim temelli tersine işler yapmamaya devam ettiğimiz sürece hayatımızda var olmaya devam edecek. Fakat kredi faizlerinin tahammül edilemez noktaya geldiği de eş zamanlı okumamızı gerektiren bir hal alacak.
Mart ayı itibariyle yıllık enflasyon, kağıt üzerinde dahi yüzde 16,1 seviyesine ulaştı. Gerçek enflasyonun bunun çok üzerinde bir rakam olduğunu biliyoruz. Enflasyon Araştırma Grubu’nun verisine göre aylık yükseliş, TÜİK’in açıkladığının üç katından fazla. Yedi aylık enflasyon da yüzde 28’e yakın.
Bu yükseliş trendini tersine çevirecek tek unsur baz etkisi. Bunun da gerçek hayata bir faydası yok. Fakat eş zamanlı olarak kredi faizlerinin oranlarına bakarsak durum kritik seviyeye ulaşıyor.
İhtiyaç kredisi faiz oranlarının yüzde 25’lere, reel sektör faiz oranlarının da yüzde 21’e taban dayadığını görüyoruz. Hangi koşullarda? TÜİK’in tüketici enflasyonunu yıllık yüzde 16,1 açıklarken, üretici maliyetlerinin yüzde 31,2’ye vurduğunu söylediği ortamda.
Burada her ay üretici ve tüketici maliyetleri arasındaki farkın açıldığına ve son olarak yüzde 15’e ulaştığına dikkatinizi çekerim. Yani bir sonraki adım baskıyla faiz artışı olursa, tüketicinin de üreticinin de dayanma tahammülü yok.
Bu aradaki fark aynı zamanda bize düşüş beklentisinin aksine, nihai ürüne yansıtılamamış en az yüzde 15’lik farkı anlatıyor ki, ya yansıyacak ve fiyatları arttıracak ya da reel sektör sermaye erimesiyle ciddi bir darbe alıp, işsizliği körükleyecek.
Sene sonunda kağıt üzerinde kaç rakamını bulabiliriz emin değilim, ama sahadaki enflasyonun iç piyasadaki daralmayla birlikte yükseliş trendini devam ettireceği tartışmasız gözüküyor. Elbette tüm bunlara dolar kurundaki olası yükselişlerin maliyete etkisini de katmıyorum. O, filmin tam koptuğu nokta olur.
Velhasıl kelam tüm gerçekleri ve gerçekleşmeleri alt alta koyar, fotoğrafı doğru okumaya niyetlenirseniz, Türkiye’nin inecek çıkacak bir enflasyon tartışmasından ziyade, hızla stagflasyona doğru koştuğunu görürsünüz.
Yani ne demek? Resesyon ile enflasyonun aynı anda görüldüğü durum. Hem işsizliğiniz artar hem de fiyatlarınız. Türkiye’nin hamaseti bırakarak, gerçekten kısa süre içinde modeli değiştirecek, üretimi esas alacak, para buldukça hayatını idame ettiren değil, bu faturayı ödemesi kaçınılmazken terse çevirecek bir modeli tartışmaya başlaması gerekiyor.
Aksi takdirde stagflasyonda hem bireylerinizi, hem firmalarınızı kaybedersiniz. Takdir edersiniz ki bu, ortada ihracatçı firma da bırakmaz. Zira ayakta kalabilse bile pazarlığa bağlı rekabet gücünü kaybeder.
Sözü özü ekonomi yüksek perdeden alarm veriyor ve Türkiye ekonomisi gerçekçi olmayan söylemlerin gölgesinde stagflasyona koşuyor. Artık pansumanı bırakıp, gerçek bir neşter vurmanın zamanı sizce de gelmedi mi?