Galileo Galilei'nin teleskobu ile milliyetçi parti arıyorum!
Yabancı düşmanı, ırkçı, faşist gibi klişe sloganlarla suçlansa ve bu tür eleştiriler bir kerteye kadar haklılık payı içerse de, başta Fransa’daki Le Pen’in Ulusal Cephesi (Front National,FN)olmak üzere AB ülkelerindeki milliyetçi partiler, gerçekte AB’nin yarattığı ulus karşıtı sosyal, ruhsal ve ekonomik çöküntü üzerinden siyaset yaparak seçmen tabanlarını genişletiyor.Bu partiler,AB politikalarından kaynaklanan temel ekonomik çelişkileri ve sorun sahalarını milliyetçi öğeler ile süsleyerek seçmenin karşısına çıkıyorlar…
Ulusal Cephe’nin liderliğini babası Jean-Marie Le Pen’den devralan 45 yaşındaki Bayan Marine Le Pen’inFransa’nın bir sahil kasabasında balıkçılarla yaptığı sohbet, dümeni doğru rotaya kırdığını gösteriyor. Balıkçılar, kendisine şöyle serzenişte bulundular: “AB yasaları bizi boğuyor. Üç yıl önce 1250 balıkçı teknesi vardı; şimdi ise sadece 550 kaldı!”
Le Pen, “ücretliler için vergi indirimi getireceğini ve Fransızlara ait işletmelerin yabancılara satışına kesinlikle izin vermeyeceklerini” açıklıyor. “Brüksel’deki AB teknokratlarının, oturdukları yerden, hiç umursamadıkları ve geleneklerini bilmedikleri Fransızlar için ahkâm kestiğini, Fransa Parlamentosu’nun AB’nin ayak işlerini yapmaktan başka hiçbir işe yaramadığını, AB’nin totaliter bir yapıda olduğunu”ileri sürüyor.
Coted’Azur bölgesinde 55.000 nüfuslu Frejus Belediye Başkanlığı’na Le Pen’in partisinden David Rachline seçildi. Rachline’nin ilk icraatı, belediye binasındaki Fransız bayrağı ile birlikte dalgalanan AB bayrağını indirmek oldu. Bayrağı nereye koyduğu sorulduğunda, “Bilmiyorum, herhalde çöpe atmışlardır!” şeklinde cevap verdi. “Bu olay AB tarafından nasıl karşılanır; bir müeyyide uygulanır mı?” şeklinde sorulan suale verdiği yanıt da oldukça dikkat çekiciydi. “Belki de ama kim takar!”
Avrupa’daki milliyetçi partiler, AB’nin ve küresel sistemin dayatmalarına; tam bağımsızlık, milli devlet, milli ekonomi, milli para, milli işletmelerin korunması gibi, doğru ya da yanlış, ama bütünüyle milli politikalarla karşı çıkarken, bizdeki milliyetçi (!) partilerin, uluslararası sistemlerle teslimiyete varan bütünleşme çabaları, bize özgü bir gariplik olarak özel bir incelemeyi hak ediyor.
Ülkemizdeki milliyetçi partiler, Türkçülük fikirlerini ortaya çıkaran ve bu düşüncenin kuramsal alt yapısını oluşturan Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Nihal Atsız, Zeki Velîdî Togan gibi öncülerin çok uzağına düşmüştür. Felsefi ve bilimsel olarak olaya bakacak olursak, Türk-İslam sentezi ideolojisindeki bu partilerin kıblesini kolaylıkla görebiliriz.
Bilindiği üzere, gerçeğe giden yolu bulmak için Alman Filozof Hegel (1770-1833)’in ortaya koyduğu diyalektik sistemde, “tez” ile “antitez” çarpışarak, çelişkileri gidere gidere uzlaşır, ortaya yeni bir ürün, bir sentez çıkarırlar. Tez ve antitez özgündür. Ama çıkan sonuç, yani sentez, artık özgün değildir, o bir melezdir.
Şimdi Türk-İslam sentezine geri dönelim. Tez, yani İslam, doğası itibarıyla uluslararası bir nitelik taşır. Birçok ülkede Müslümanlar yaşar. Antitez Türklük ise milli bir kavramdır. Doğası itibarıyla birbirinden farklı olan bu iki kavramı, birleştirmeye çalışalım. Senteze ulaşmak için iki taraftan da bazı unsurlar atılmalıdır. Kural budur.
Gökyüzünden yeryüzüne gelen dini emirler, Allah’ın kelâmı olduğundan değiştirilemez. O halde, eğilip bükülecek olan Türklüktür. Diğer bir ifade ile ancak Türkçülükten koparılan parçalarla senteze ulaşılabilir. Yapılmış olan da işte budur. Türklüğün içi boşaltılarak İslam’a yapıştırılmıştır.
Arı çiçeklerden dilediği her şeyi toplar. Ama bu topladıklarını kullanarak bütünüyle kendine has, özgün bir ürün olan “bal”ı yaratır. Bal her açıdan faydalı bir sonuçtur. Türk-İslam sentezinde ise özgünlük yoktur. Ortaya çıkan sonuç olan melez, Türklük aleyhine çalışan bir ucubedir. Hem sosyal hem de siyasal açıdan son derece zararlıdır.
Günümüzde Türkçülerin kötü kaderi budur. Ama gelecekteki tehlike daha da büyüktür. Türk-İslam sentezi, kim ne derse desin, her geçen gün Türklüğün içini daha da boşaltarak Araplaşmış Türkler yaratacaktır. Ayrıca, Türk-İslam sentezi, yapısal niteliği ve doğası itibarıyla Türkçüleri Atatürk’ten uzaklaştırmıştır. Bu sürecin artarak devam etmesi muhtemeldir.
“Türkçülüğü topluma mal eden Atatürk’tür.” diyen belki de en ünlü Türkçü Ziya Gökalp (1876-1924), bakın olayı nasıl değerlendiriyordu: “İslam âleminde müstemleke (sömürge) hayatına nihayet vermek için milli vicdanı kuvvetlendirmekten başka çare yoktur. İslam ittihadı (birliği), bir taraftan teokrasi (dini baskı yönetimi), klerikalizm (tarikatçılık) gibi irticaî cereyanları doğurduğundan, diğer cihetten de milliyet mefkûrelerinin (ülkü) ve milli vicdanların uyanmasına aleyhtar olduğundan, Müslüman kavimlerin terakkisine (ilerleme) mani olduğu gibi, istiklâline manidir.”
Bu tezgâhı hazırlayan emperyalizmdir. Emperyalizm, önce bu kesimi siyasi çıkarlarına uygun düştüğü için ırkçılık tuzağına düşürmüş, daha sonra yeni hedefleri çerçevesinde Türk-İslam sentezi kalıbına sokmuş, dini motiflerle süsleyerek uysallaştırmıştır.
Bakın, bu Türkçülerin (!) dudak büktüğü Atatürk, Türk’ü nasıl betimliyor: “Bu sahne (Anadolu), en aşağı yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgârları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları, Tabiatın babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün Tabiat çocuğu Tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
Emperyalizm bu güdümlü Türkçüleri (!) kullanarak bir taşla çok sayıda kuş vurmaktadır:
Atatürk’ün Türk milletini birleştirici ve kaynaştırıcı siyasi milliyetçiliğinin karşısına, ırkçı öğeler taşıyan dışlayıcı milliyetçiliği çıkarmaktadır.
Her radikalizm karşıtını doğuracağından, Türkiye içindeki diğer etnik milliyetleri tahrik etmek için gerekçe yaratmaktadır.
Türk-İslam sentezi ile yakınlaştırdığı gerici unsurlarla birlikte, Türkiye’deki tutucu güçlerin siyasi olarak güçlenmesini sağlamaktadır.
ABD’nin bölge politikaları için koşulsuz siyasi destek fırsatı doğmaktadır:
Irak’ı işgal etmek için Ecevit hükümetinin devrilmesinde, laikliğin aşındırılmasında, kendilerine müzahir bir cumhurbaşkanının seçilmesinde, Libya ve Suriye’ye yönelik gayrı ahlaki saldırılarda, Batı hep bu milliyetçi partileri kullanmıştır.
Türk ordusunu açıkça hedef alan Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda ve benzeri birçok olayda milliyetçi (!) partileruysal bir tavır sergilemiştir.
Türklüğün doğuşunu simgeleyen Ergenekon efsanesinin, suçlayıcı bir anlam yüklenerek davalara konu edilmesinden bile bu milliyetçiler (!) rahatsız olmamıştır.
Milliyetçi (!) partilerin; Türk dilinin geliştirilmesi ve korunması, Türkiye’de hastalık haline gelen, müesseselere yabancı isimler verilmesinin yasaklanması, Kıbrıs’ta, Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve her yerde ulusal çıkarların cansiperane savunulması gibi konularda herhangi bir girişimi yoktur.
Milli ekonomi uygulanması, milli ekonomik kaynakların korunması, stratejik sektörlerin millileştirilmesi, edebiyata milli bir boyut kazandırılması, Türkiye ve Türk dünyasının ortak çıkarlar için bir araya getirilmesi, bir Türk jeopolitiği yaratılması gibi konuların içinde de bu milliyetçileri (!) göremezsiniz!
Avrupa’daki milliyetçi partileri gıpta ile izlerken, ülkenin kaderinin çizildiği, emperyalizmin içeriden ve dışarıdan bütün gücü ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üzerine çullandığı bu büyük değişim ve dönüşümün eşiğinde, milliyetçi partileri ve Türk milliyetçilerini, gökyüzünde insanoğlunun ilk ciddi gözlemlerini başlatan İtalyan bilim adamı Galileo Galilei’nin(1564-1642) ünlü teleskopu ile arıyorum. Araf’ta sürekli kalamayız; yolumuz ya cennete ya da cehenneme çıkacak!
Soner Polat
ulusalkanal.com.tr