Henüz vakit varken gülüm
Yalaza, Lice’nin yakınlarında uzak bir dağ köyü. Bu köyde özgür Kürdistan’ın tohumları ekiliyor. PKK çok yakında bu köyde Türkiye’nin ilk Kürtçe eğitim veren okulunu hizmete açacak. Geçen yaz Yalaza’nın tarlaları kenevirle (uyuşturucu yapımında da kullanılan bir bitki türü) kaplıydı. Bu yaz ise aynı tarlalar tütün ve diğer üretimine izin verilmiş bitkilerle süslenmiş durumda. Çünkü PKK, çığ gibi büyüyen uyuşturucu ticaretini yasakladı! Yalaza’da konuştuğumuz, muhtemelen PKK’nın bölge lideri olan Serdar Çelik şunları söylüyor: “Yalaza bütün Kürdistan için toplumsal bir model olacak. Devlet buraya adımını bile atamaz!”
Lice ile Diyarbakır arasındaki ana yolda, TSK’nın kontrol noktasının hemen bir kilometre ötesinde PKK bayrağı dalgalanıyor. Bu bayrak PKK’nın çeşitli faaliyetler yürüttüğü kampın giriş kapısında dalgalanıyor. Kampta, çoğunluğu kadın olmak üzere PKK aktivistleri bulunuyor. Fehime Ete bu kadınlara güzel bir örnek teşkil ediyor.Kocası ve iki oğlu bölücü faaliyetleri nedeniyle cezaevinde. Diğer üç oğlu ise PKK için dağlarda savaşıyor. PKK’nın amacı, yapımı plânlanan iki askeri karakolu engellemek. Karakol inşasının, AKP’nin PKK lideri Öcalan ile yaptığı barış görüşmelerinde samimi olmadığının bir göstergesi olduğunu ileri sürüyorlar.
Türk askerlerinin geçen ay iki göstericiyi öldürmesinden sonra Kürt protesto hareketi kanlı bir sürece girdi. Binlerce Kürt tüm Türkiye’de sokaklara döküldü. Sayın Öcalan’ın 14 aylık ateşkes dönemi çökecekmiş gibi görünüyor. Böyle bir gelişme ise, ilk kez halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanlığı makamı için aday olan Başbakan Erdoğan’ı tedirgin etti. Çünkü Başbakan Ağustos’taki seçim için Kürt oylarına göz dikti.
Protesto hareketleri ve sonrasında gelişen olayların galibi Kürtler oldu. Karakol inşaatları donduruldu ve Lice’nin her yerinde PKK bayrakları semaları kapladı. Geçen hafta Hükümet yeni reform paketini hayata geçirdi. Bu kapsamda Hükümete, şiddete bulaşmayanlara affı da içeren PKK ile müzakereleri sürdürmesi konusunda yetki veriliyor. Sayın Öcalan, bu durumu şöyle yorumladı: “Tarihi bir dönemeç; PKK de-facto (yasal değil fakat yürürlükte ve geçerli olan) olarak resmi bir müzakere tarafı olarak kabul ediliyor.”
Milletvekillerini de kapsayan binlerce Kürt aktivist hapisten çıkarıldı. Özel okullar için de olsa, Kürtçe eğitime izin veren yasalar yürürlüğe kondu. Ancak yine de Türkiye’nin her yerine dağılmış olan Kürtler, “ayrımcılığa uğradıklarını ve bu düzenlemelerle fazla ilgilenmediklerini” beyan ediyorlar.
Mart ayında Diyarbakır’ın ilk kadın Belediye Başkanı olarak seçilen Gülten Kışanak ise şunları söyledi: “Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde bir referandum yapılsaydı, halkın en az yüzde 80’i bağımsızlık yönünde oy kullanırdı.Kışanak, “yer isimlerini değiştirmek için hâlâ Vali’nin iznine bağlı olduklarını” vurgulayarak bu konudaki rahatsızlığını gündeme getirdi.
Sayın Erdoğan, “Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde(seçilmesi neredeyse kesin gibi) Kürt problemini çözmek için, başka çevrelere zarar verse de hiçbir şeyden çekinmeyeceğini” ifade ediyor. Eleştirmenler, “bu sözlerin Kürt oylarını toplamaya yönelik olduğunu” söylüyorlar.
Başbakan Erdoğan, kendi öncellerinden çok daha fazla Kürt sorunu ile ilgilendi. Kürt dili konusundaki yasaklar giderek azalıyor. Daha önce bir PKK sembolünün Türkiye’nin bir sokağında görülmesi bile düşünülemezdi!
Türkiye’nin Kürtleri, Kuzey Irak’taki yeni dramatik gelişmelerden ziyadesiyle etkilendi. Kuzey Irak’taki Kürtler Kerkük’ü ele geçirdi ve bağımsızlık yolunda yürüyorlar. Sayın Erdoğan, Kuzey Irak’taki 6,5 milyon Kürt’ü yakın müttefik olarak görüyor ve onları sessizce (bağımsızlık için) teşvik ediyor. Bu durumu ise Sayın Kışanak şöyle yorumluyor: “Onlar Türkiye’nin dışında küçük bir Kürdistan devletinin kurulmasının, kendi topraklarından parça koparılmasını engelleyeceğini düşünüyorlar.”
Üst düzey AKP yetkilileri 14 milyon Kürt için özerklik adımının henüz erken olduğunu söylüyorlar. (Türkiye’deki etnik dağılım konusunda başvuru eseri olarak kabul edilen ve elimde 41’inci basımı bulunan Ali Tayyar Önder’in “Türkiye’nin Etnik Yapısı” adlı kitabına göre, Kürtlerin nüfusu 5 milyon ve 74 milyonluk Türkiye genel toplamının sadece yüzde 6,76’sını teşkil ediyorlar. S.P.) AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “şiddete karışmamış PKK mahkûmları ve savaşçıları için af uygulanabileceğini, terörle mücadele kanununda yeni düzenlemeler yapılabileceğini ve devlet okullarında Kürtçe eğitime izin verilebileceğini” belirtiyor.
Ama tüm bu açıklamalara karşın tekrar Yalaza köyüne dönersek, Sayın Çelik, “Kendi geleceklerine Türkiye Kürtlerinin karar vereceğini, boş oturarak Türkiye’nin haklarını vermesini beklemeyeceklerini, bu hakları, kendi mücadeleleri ile elde edeceklerini” vurguluyor.
Sakın bendenize galiz küfürler savurmayın! Bu satırlar bana ait değil. Dünyaca ünlü “The Economist” dergisinin “July 5th-11th 2014 (Temmuz 5-11, 2014) sayısından (sayfa 32)” alıntılar. Bu dergi, Londra merkezli olarak, kurulduğu 1843 yılından bu yana uluslararası ilişkiler ve ekonomi alanında kesintisiz yayın yapıyor. Tirajı haftada bir milyon civarında. Uluslararası sistemin bir parçası.
Gördüğünüz gibi her şey açık ve ortada. Kapalı, gizli saklı hiçbir şey yok! Kürtçüleri; barış, demokrasi, insan hakları, ekonomik refah gibi kavramlar hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Onlar sadece bağımsızlık istiyor! Diğer istekleri, bu ana hedefe giden yol üzerinde bulunan dönüş noktaları.İstanbul’dan Diyarbakır için yola çıkarsanız, Diyarbakır’ı gösteren hiçbir trafik levhası göremezsiniz. Önce Ankara levhaları karşınıza çıkar. Diyarbakır levhasını görene dek çok sayıda şehri kat etmeniz gerekir!
İnisiyatif bütünüyle uluslararası sistemin eline geçmiş. Türk devleti ve AKP iktidarı ise kafasını kuma gömmüş, oy hesapları, jeopolitiğin doğasına uygun olmayan, Kuzey Irak’ta bağımsız Kürdistan kurulmasını desteklemek gibi garip politikalar ve şark kurnazlığı ile bir yerlere ulaşabileceğini sanıyor!
Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması, öncelikle güneydoğumuzdaki sorunu kangrene dönüştürür, orta ve uzun dönemde ise ülkeyi böler. Yıllar önce, 1994 yılında kurmay binbaşı rütbesinde Brüksel’deki bir NATO toplantısına katılmıştım. Makedonya bağımsızlığına kavuşmuştu ama Yunanistan, kıyameti koparıyor, “Makedonya isminde bir devleti kabul etmeyeceğini” ısrarla vurguluyordu.
Ben de tüm ülkelere seslenerek, “saçma sapan bir tartışmanın içine girdiğimizi, bir ülkeye ismini, ancak o ülke halkının verebileceğini vurguladım.” Sert tartışmalar yaşandı, ama bir sonuç alamadım. Ülkenin adı NATO’da “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya (Former Yugoslav Republic of Macedonia)” olarak tescil edildi. Ben bu karara şerh düşerek Türkiye’nin bu ülkeyi anayasal ismiyle “Makedonya” olarak tanıdığını kayıtlara geçirttim.
Son bir hamle yaparak, en azından ulus olarak Makedon halkını NATO belgelerine sokmak için, “Uluslararası toplum Makedon halkına yardım etmelidir!” şeklindeki bir cümlenin metne ilave edilmesini teklif ettim. Yine ortalık karıştı. Toplantı ertesine güne ertelendi. NATO ülkeleri, hiç utanıp sıkılmadan Yunanistan’ı hoş tutmak için Makedonlar” yerine, “Slav Population (Slav halkı)” deyimini kabul etti. Ben isyan ettim: “ O zaman, Bulgarlar, Romenler, Ruslar için de “Slav population” tabirini kullanalım; bu durumda hiç değilse tutarlı oluruz!”
Bir kahve molasında Yunan temsilci ile sohbet etme imkânım oldu; kendisine sordum: “Niçin Makedonya’nın ismine tüm diplomatik teamüllere aykırı olarak ve uygun gerekçeleriniz olmadan itiraz ediyorsunuz?” Cevabı son kerte ilginç ve dikkat çekiciydi: “ Makedonya tarihi bir isimdir ve coğrafi olarak Selanik de dâhil Yunanistan’a ait Kuzey Ege kıyılarını da kapsar. Eğer biz bu ismi bugün kabul edersek, şimdi çok zayıf olan Makedonya günün birinde güçlendiğinde, bizden toprak talep eder!”
Bizim Kuzey Irak politikamızı, kendi topraklarımızı bizzat Başbakan düzeyinde “Kuzey Kürdistan” olarak tanımladığımızı düşünün. Sonra da Yunanistan’ın Makedonya politikasını yan yana koyun ve hangi seviyelerde siyaset yaptığımızı, taktik, strateji ve jeopolitiğin neresinde olduğumuzu anlayın!
“The Economist” usta fırça darbeleri ile tabloyu tamamlamış ve yaldızlı bir çerçeve içinde, küçük bir dergi ücreti karşılığında bize hediye etmiş. Daha ne yapsın! Meclis’teki partilerin ulusal konulardaki duruşu ortada. Millet olarak bu meselelerle ilgilenmezsek, haberimiz bile olmadan ayağımızın altındaki halıyı çekiverirler!
Nazım Hikmet’in” Henüz Vakit Varken Gülüm” adlı şiiri bugünlerde hiç aklımdan çıkmıyor. Henüz vakit varken, gülüm,/ Paris yanıp yıkılmadan,/ henüz vakit varken, gülüm/ yüreğim dalındayken henüz./ diye devam edip gidiyor. Tavsiye ederim.
Amiral Soner POLAT