İki doğru bir ama
Türk reel sektörünün durumunu mercek altına aldığımızda dikkatle takip edilmesi ve kalıcı çözümler konuşulması gereken bir süreçteyiz. Bugüne kadar çok büyük hatalar yapıldığı açık. Tarihe not düşmek adına da belirtmeliyim ki, bu fotoğraftan iktisadi yaklaşımıyla tamamen mevcut iktidar sorumludur.
Fakat her şey bir yana, önceliğimiz şu an için reel sektöre yönelik risk azaltıcı ya da yapılandırmaya yönelik yaklaşımları konuşmak olmalı. Çünkü son 3 yıldır ağır bir ekonomik buhran yaşayan ve ani bir krizde ayakta kalacak firmaları da yıpratan bir yapıyla karşı karşıyayız.
Bu kapsamda yapılan iki doğru hareket var. Bunlardan birincisi İstanbul Ticaret Odası üretici kuruluşlarla yan sanayici arasında bir bağ kurmak adına önemli bir hareket yaptı. 3 Mart’a kadar devam edecek buluşmalar havacılık, ulaştırma ve savunma sanayi ile başladı.
Hedeflenen yan sanayicinin numunelerini ana üreticilere ulaştırması ve gelecek süreçte tedarikte yerli ürünlerin tercih edilmesi. Son derece doğru bir yapılanma. Çünkü Aile İşletmeleri Derneği’nin açıklamalarına göre, KOBİ olan bu firmalar toplam istihdamın yüzde 75’ini karşılıyor.
Ayrıca açıklanan dış ticaret rakamlarına baktığımızda, hem yapısal olarak sıkıntının büyüklüğünü, hem de cari açık sorununun nasıl tetiklendiğini bir kez daha görüyoruz. Ocak ayı dış ticaret verileri yüzde 10’luk bir artışla 4,3 milyar dolar oldu.
Pazarın bu denli daraldığı, kazançların gerilediği bir ortamdaki artış ürkütücü. Daha kritik olan ise imalat sanayi ürünlerinin toplam ithalat içindeki yüzde 77,5 payı. Şayet bu yapıyı kırmazsak, düz bir hesaba göre 2017 sonunda 40 milyar dolar civarında bir cari açık ile karşı karşıya kalırız. Finansmanın daha da zorlaşacağını düşünürseniz; sorun büyük.
Tam da bu aşamada ikinci doğru geliyor. Dövizle borçlanma konusunda risk taşıyan firmalarının önünü açmak için kısıtlamalar getirilmeye hazırlanılıyor. Yaklaşık 23 bin firmanın bu riskle karşı karşıya kaldığına dikkat çekilirken, bu işletmelerin çoğunun KOBİ ve ihracatçı olduğunu dikkate alırsanız, önlem alınması gereken bir nokta olduğu görülür.
Peki iki doğruyu belirttikten sonra, neden ‘ama’ ibaresi koydum. Öncelikle KPMG Türkiye’nin yaptığı açıklama riskli. 2017 yılında yatırımların artacağı öngörüsünde bulunuyor. Açıkçası ben iş dünyasının ekonomi yönetiminden daha akılcı olduğunu düşünüyorum ve buna çok ihtimal vermiyorum.
Ama bu konuyla ilgili akıl çelici ve teşvik edici uygulamalar devreye sokulursa sorun büyüyebilir. Türkiye gibi tam kapasite çalışamayan firmalardan oluşan bir ekonominin önceliği, yeni yatırımlar değil, doldurulması gereken kapasitelerdir. İlave kapasite daha büyük batışlara nede olur.
Çünkü iş hacminin düştüğü ortamda, atıl kapasite birim maliyetlerinin üzerinden zannedilenden daha çok baskı yapar. Sonuçta elimizde kapanan firmalar, tahsil edilemeyen piyasa alacakları ve işsizler ordusu kalır. Bu aklı ekonomi yönetimine kim veriyorsa, bir an önce devre dışı bırakılmalı.
Ayrıca İTO’daki tedarikçi haftası romantik bir girişim olarak kalmamalı. Türkiye geneline ve sektörlerin tamamına yayılmalı. Aksi takdirde, ekonominin geneli adına sonuç alınması mümkün değil.
Dövizle borçlanma kısıtlamasına gelince. Onun aması daha büyük... Var olan durumu göz ardı ederek böyle bir kısıtlamaya giderseniz, firmaların susuzluktan çatlamasına neden olursunuz. Teşvik adı altında plansızca verilen paralarla da elde avuçtakini kaybedersiniz. Bu nedenle Türkiye döviz kuruyla kavga etmek yerine, elindeki gücü doğru kullanmalı.
Eğer akıllı bir planlamayla tedarik meselesini içten halleder; dövizle borçları kapatır, karşılığında firmaları TL kredisine döndürürseniz sonuç almanız mümkün olabilir. Aksi takdirde içte ihtiyacı karşılayamayan, döviz kısıtlamasına gidilen ortamda ikinci bir finansman darboğazına giren, borcunu çeviremeyen firmalar gerçeğini yaşarız.
Gerçekten kalıcı bir çözüm için envanterler dizisinin önemli olduğunu her fırsatta söylüyorum. Çok geç kaldığımız da açık. Ama bu yapmamamızı da gerektirmez. Doğru bir kurguyla ayakta kalacak firma sayısını arttırabiliriz.
Lakin bunun için önce ciddiyet lazım. Başbakan Yardımcısı Canikli’nin Fitch kararına atıfta bulunup, o zamandan beri TL’nin yüzde 8 değer kazandığı söylemi bu ciddiyeti taşımıyor. Çünkü herkes biliyor ki dolardaki gevşeme kalıcı değil. Prof. Dr. Kerem Alkin dahil önümüzdeki süreçte aklıselim insanlar dövizin maliyetiyle karşı karşıya kalacağımız söylüyor.
Ya siyaset yapmayı bırakıp, sorunla yüzleşelim. Doğru yapılanmalarla işi terse çevirmeye uğraşalım ya da Saray’a yaranma kaygısıyla yine problemlerin üzerini salt söylemle örtelim. Siz bunu söylediğinizde, sahadaki adam sorunu yaşamıyor mu zannediyorsunuz? Buna gerçekten inanıyorsanız, işimiz var.
Çetin Ünsalan