Ürdün...
‘Zengin değil, ama zenginlerin yaşadığı ülke... Araplar’a mal satmak için Ürdün’ü kapı olarak kullanabilirsiniz... Ürdün – Türkiye ilişkileri (olumlu anlamda) ısınıyor.’
Bu tanımlamalar iktidara yakın medyada Ürdün’ü tanımlarken ya da ilişkileri tanımlarken kullanılan cümleler.
Son olarak Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın 2018 Şubat ayının içinde ziyaretlerine tanık olduk. Hatta Bakan Çavuşoğlu, İsrail-Filistin gerilimi ile Suriye konusunda iki ülkenin işbirliği içerisinde olduğunu ve Ağustos 2017’de ülkeyi ziyaret eden Cumhurbaşkanı’nın tekrar Ürdün’e geleceğini açıkladı.
Çavuşoğlu görüşmelerinde iktisadi olaylar, Akar’ın görüşmelerinde de güvenlik meselelerinin görüşüldüğü açıklandı. Ürdün’ün Katar konusunda da Suudi Arabistan’la tam bir mutabakat içinde olmadığını ve gerilim yaşadığını biliyoruz.
Ne var ki aradan yaklaşık bir ay geçtikten sonra aynı gün iki haber birden ajanslara düştü. Bunlardan birincisi tepkili bloğun etkin ismi Birleşik Arap Emirlikleri ile Katar’ın ambargo kalkmadan Al-Bunduq petrol sahasından petrol çıkarılması ve geliştirilmesi için bir imtiyaz anlaşması imzalandı. Anlaşmanın üçüncü tarafı da Japonya...
Japonlar işin içindeyse, bu işe ABD’nin de taraf olduğu anlamı çıkar. Hoş ben o kavganın bile gölge oyunu olduğunu, bu ülkelerin ABD’nin izni olmadan kavga bile edemeyeceklerini o dönemde yazmıştım. Katar meselesine taraf olmak ve cambaza bakmak yerine, Barzani ve IŞİD’in devre dışı bırakılarak PKK ve uzantıları PYD/YPG’ye yol açıldığını da belirtmiştim.
Ne gariptir ki Türkiye PKK ve uzantılarıyla mücadele ederken ve Çavuşoğlu, Akar görüşmelerinin üzerinden bir ay bile geçmeden Ürdün ile 2011 yılında serbest ticaret anlaşması, Ürdün’ün tek taraflı açık vermesi nedeniyle askıya alındı. Bu da kritik ikinci haberdi.
Meseleye iki açıdan bakmak gerekir. Bunlardan ilki dünyada artan korumacılığın ve kutup savaşlarının her geçen gün kendisini daha fazla hissettirmeye başladığıdır. Nitekim aynı gün ABD de, Amerikalı çip üreticisi Qualcomm’un Singapur merkezli firma tarafından satın alınmasını ‘ulusal güvenlik’ gerekçesiyle veto etti. Ürdün’ün de ‘Türkiye’ye fayda sağladı, bize değil’ diyerek askıya aldığı anlaşmayı da tekrar hatırlatalım.
Biz özelleştirme peşinde koşup, elimizde avucumuzdakini satma peşindeyken, dünyada ülkeler işbirliğine ya da korumacılığa yöneliyor. Bu aynı zamanda iktidara yakın gazetelerin manşetlerinde yola çıkarsak, Türkiye’ye Arap pazarını kapatmak için bir hamle de olabilir mi? Üzerinde düşünmek lazım.
İkinci açıya gelirsek, güvenlik konusunda terör ile mücadele eden Türkiye’nin bölgede yalnızlaşma ihtimalinin belirmesi. Türkiye’nin şimdi yapması gereken hamleler olduğunu düşünüyorum.
Önce Ürdün meselesinin domino etkisi yaratmaması için, mutlaka diğer ülkelerle iletişime geçilmesi. Bunu yaparken de Zeytin Dalı’nın en büyük eksikliği olan, Suriye dahil komşularla yeniden ilişki kurulması. Bu hamle ilk hamleyi de besleyecektir.
Aksi takdirde süreci yönetmek güçleşecek. Ortada çok net bir ekopolitik satranç var. Rakip, şah demeden ders çalışalım. Bu yaşananlar klasik bir korumacılık tezahürü de olabilir; bir başka hamlenin başlangıcı da...
Ekonomik yönünü görebiliyorum. Gerisi dışişleri ve askeri uzmanların işi; ama bir gazeteci olarak burnuma hoş kokular gelmiyor.