Bu fotoğraf değişmek zorunda
Türkiye’nin 77 milyar doları vuran dış ticaret açığı; cari açıktan finansmana kadar önümüzde halletmemiz gereken en önemli sorunların başında geliyor. Söylendiği gibi daha çok ihracat yapmak, üretim yapısındaki arıza nedeniyle bunun çözümü değil.
Sattıkça zarar eden gizli iflas yaşayan işletme gibiyiz. Ülkesinde ürettiği mamullerde zararı göze alamayan, sat – kurtul mantığıyla tarım başta olmak üzere bir çok sektörü terk eden Türkiye, anlaşılmaz bir biçimde buradaki zarar odaklı yapıyı görmek istemiyor.
Sunulan çareler içinde daha çok satmanın çözüm olmadığını belirttim. Ama tek çözüm önerisi bu değil. En klasik olanlardan biri katma değerli üretimlere yönelmek. Bence de doğru bir fikir. Ama babayiğit aranarak otomobil üretileceğine inanılan bir yaklaşımı görünce ümidim kırılıyor.
Derdiniz otomobil üretmekse, o son derece rahat bir biçimde hayata geçirilir. Ama ar-ge’si, yazılımı, motoru yerli, yan aksamlarında belli bir farklılık arz etmeyen, yeni bir teknoloji sunmayan, içte tedarik oranı düşük olan bir yapıyla ve en önemlisi dünyaya satılabilir bir ürün yaratmanın gerekli çalışması yapılmadan yine katma değer elde edilemez.
Başta çare ne? Yerli paralarda ticaret yapalım. Bir diğeri, alternatif pazarlara yönelelim. Her biri orta ve uzun vadede dengeli bir ticarette işe yarayacaktır. Fakat komşularınızla iş yapamadan, iç piyasaya hakim olamadan, Afrika’nın bilmem hangi ülkesinde yaptığınız ticaret de bu açığı terse çevirmez.
Yerli para ile ticaret ise Türkiye’nin zararının adresini değiştirmekten ve borç kapısını arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Nitekim dış ticaret açığı verdiğimiz ülkelere bakarsak görüyoruz. TÜİK geçenlerde en çok açık verilen üç ülkeyi açıkladı.
Birinci sırada Çin, ikinci sırada Rusya, üçüncü sırada Almanya... Almanya ile olan açığı en az dört katı Çin ve Rusya ile yaşanıyor. Demek ki ticaret alanınızı batıdan doğuya çevirmeniz de tek başına çözüm olmayacak.
Sadece başka ekonomilere karşı açık vermeye devam eder ve siyaseten de elini bağlar duruma geleceksiniz. Hamaseti elden bırakmayan iktidarımız bu iki başlığı asla gerçekten tartışmıyor. Bunlardan birincisi sanayi, tarım ve işgücü envanterlerinin ardından üretimi iç tedarikle gerçekleştirmek, orta ve uzun vadede ihtiyaç duyulan teknolojiyi hayata geçirmek, ikincisi de ülkelerle ikili ticaretimizi dengeli bir eksene oturtmak.
Bir ticaretten 20 milyar dolar açık veriyorsanız, bunun adresinin Fransa ya da Rusya, ABD ya da Çin olmasının arasında bir fark yoktur. Doğu batı savaşı içerisinde dayak yiyen olmaya devam edersiniz ve en acısı bu yapı, döviz ihtiyacınızdan enflasyon ve yaşam koşullarınıza kadar her faktörü olumsuz etkiler.
Bugün dolar peşinde koşarsınız yarın yuan ya da ruble... Temelde hiçbir fark yok. Bir de emperyalizmin sadece batıya has bir durum olduğunu zannedenlerimiz var. Ne yazık ki büyük bir yanılgı içerisindeler. Çünkü gücü eline geçiren, bunu elinde tutmak adına, kaçınılmaz olarak sömüren haline dönüşür.
İyi niyetli olmak ayrı, saf olmak ayrı. İsteyen istediğine inansın, ama kimse bizi saf yerine koymaya kalkmasın. Türkiye, Atatürk’ün gösterdiği hedeflere uygun ilerleyecekse, ne bağımlılığı ne de mandacılığı kabul edemez.
Bu fotoğrafta adres neresi olursa olsun ikisinden birine koşarsınız. Türkiye’nin hızla gerçekle yüzleşip, akıl ve bilim ışığında bu fotoğrafı değiştirmesi lazım. Yoksa işin içinden çıkmak, hamasi söylemlerle mümkün değil.
Yani ülkeye gerekli olan bir tarafta saf tutmuş taraftarlar değil, Türkiye’nin yanında olan, gerçekten milli, ama aynı zamanda da hesap kitap bilen insanlardır.