Hesap kitap hak getire
Faiz düşürdüler, PPK toplantının arifesinde söylenenlere bakılırsa belli ki daha da düşürecekler. Neden kredi kullanmıyorsunuz? Neden yatırım yapmıyorsunuz? ‘Alın krediyi ve yatırım yapın’ çağrısına neden kulak tıkıyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan iş dünyasına yönelik sitemlerini böylece sıraladı. Sonra da ‘neden bana sallıyorsunuz, sallasanız da tutmaz’ diyerek tam olarak ne olduğu anlaşılmayan bir ifade kullandı.
İşin söylem düzeyini bir kenera bırakırsak, asıl meselenin krediyi bedava para zannetmekte olduğunun altını çizmek gerekiyor. Aslında bu ifadeler Türkiye’nin ekonomik olarak nasıl battığının ve batırıldığının da itirafı gibi.
2 binli yıllardaki parasal genişlemeyle insanların gırtlağına kadar borçlandırılması işte bu yaklaşımdan kaynaklanıyor. 2021 senesine gelindiğinde herkesin altında araba olduğunu vurgulayıp, bunun bir zenginlik göstergesi anlatmanın arkasında da bu yaklaşım var.
Oysa alınan evler, arabalar hepsi krediyle alındı ve kredinin tamamını kapatmadığınız bir mal size değil, bankaya aittir. Tansu Çiller döneminde vaat edilen 2 anahtar, parasal genişlemenin getirdiği ortamla birlikte hayata geçti ve 2002 senesinde toplamda 6,3 milyar TL finansal kuruluşlara borcu olan Türk Halkı, 930 milyar TL’lik borç sınırına dayandırıldı.
Firmalarda da durum çok farklı değil. Yaklaşık bu oranda da sadece KOBİ’lerin ve küçük işletmelerin borcu bulunuyor. ‘Yap işlet devretme; kullanmazlarsa öderiz’ diye sunulan ve adına proje denilen, fizibilitesiz işlerden kaynaklanan zararımızın da nedeni bu.
Pandemi döneminde tüm dünya vatandaşına, küçük işletmelerine karşılıksız para dağıtırken, bizimkilerin bankaları zorlayarak zararına krediyi destek diye anlatmalarının da kendi içindeki mantığı bu.
Türkiye’de iktidarın son söylemle de desteklendiği üzere, kredi kartını cebine koyup, oradaki limiti kendi parası zanneden bilinçsiz tüketiciden hiçbir farkı yok. Şimdi de aynı mantıkla hareket edip, ekonomiye dair bir plan olmadan krediyi zarara sunmalarında sakınca görmeyip, reel sektörden yatırım yapmalarını bekliyorlar.
Oysa bir yatırımın gerçekleşmesi için gereken şey sadece para mıdır? Oradaki ekosistemden hukuki altyapıya, üretilmesi planlanan ürünün pazardaki potansiyelinden paranın maliyetine kadar bir çok faktörü alt alta koymanız gerekir.
Yani eskilerin tabiriyle attığınız taş, ürkütüğünüz kuşa değmeyecekse kimse yatırım yapmaz. Fakat paranın maliyeti olduğunu bilmeden kitap yazdığını iddia edenlerin, paranın her kuruşunun maliyetini bilenlere, borç parayla yatırım yapmalarını önermesinin içindeki çelişkiyi nasıl çözeceğiz?
İşte koca bir ülkenin ekonomisi bundan battı. Eskiler hazıra dağ dayanmaz derler ya… Gelen emanet parayı kendinizin zanneder, ondan sahte bir refah yaratırsanız, sizden parayı geri istediklerinde de bozulup faiz lobisi diye bağırırsınız.
Elinize kadar gelen parayla üretim teknolojilerine yatırım yapıp, onu borç değil finansman yapmayı akıl edemezseniz de, ortada önce bir dolar lobisi olduğunu zanneder, ardından maliyetleri görmezden gelir, doların etkisiyle de tetiklenen enflasyonu fırsatçıların, ödemediğiniz ilaçların parası nedeniyle kesilen ilaçları da stokçuların eseri zannedersiniz.
Paraya ihtiyacınızın şiddeti arttıkça elinizdeki malı mülkü satarsınız, sonra da bunun adına özelleştirme dersiniz. Ele geçen parayı da üzerinde ekonomi yaratmayan yola köprüye yatırıp, bir de senelerce sürecek faizli borç ödemeye, yetmedi, işi yapana da ödeme garantisi vermeye kalkarsınız.
Aslında bırakın bir ekonomi gazetecisi olmayı, bir esnaf çocuğu olarak ben bu tip adı iş insanı olanlara çok rastladım. Hesap kitap bilmezler, sonra da günün sonunda piyasaya borç takarak ortadan yok olurlar. Ve inanın bana arkalarından hiç iyi anılmazlar.