Senin kim olduğunu biliyorum?
Vatandaş ile devlet arasındaki ilişkiye baktığınızda birçok başlık açabilirsiniz. Ama en kritik olanlardan biri, kişi güvenliğini temin etmektir. Bu sadece can güvenliği açısından değerlendirilemeyecek bir konudur.
Özellikle gelişen çağda şahsi bilgi ve veri güvenliği, en az can güvenliği kadar önemli hale geldi. Hele ki insanlığın kaybedildiği, herkesin birbirinin gözünü oymaya çalıştığı böyle bir konjonktürde... Fakat ne yazık ki özel hayattan kişisel bilgilere kadar her şey havada uçuşuyor.
Bu arada bir dip not hatırlatması da yapalım. Bununla ilgili 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumda kritik maddelerin çevresine konuşlandırılan ve göstermelik olarak konulan, lakin hayata geçirilmeyen Anayasa maddelerinden biri de bunu suç sayıyor. O her şeyi bilen ‘yetmez ama evet’çiler neden bunların peşinden koşmaz anlamıyorum.
Örnek mi? Referandumun üzerinden kısa bir süre geçmişti ki Hanefi Avcı özel hayatıyla çarşaf çarşaf haber yapıldı, kimsenin sesi çıkmadı. Şimdi daha acısı bunun devlet kanalıyla yapılmasının bir alışkanlık haline gelmesidir. Mesela sadece Emniyet, Maliye Bakanlığı gibi kritik noktaların izinle geçici bir süre hesap hareketlerini takip etme hakkını SGK’ya da verdiler; kimsenin sesi çıkmadı.
Sevgili demokratlar, çok mu sulandınız nedir bilemiyorum; herhangi bir memleketsel kaygınız mı kalmadı ona da bilmem mümkün değil, ama en azından altına imza attığınız, yetmez ama evet gibi söylemlerle ortaya çıktığınız işlerin takipçisi olun.
Şimdi bunun son örneğini dünyada ilk ve tek uygulama olarak önümüzü konuluyor. Detayları Başbakan Yardımcısı Ali Babacan açıkladı: E-rapor sistemi… Buna göre ticarette herkes, herkesin bilgilerine ulaşabilecek. Onu sorgulayabilecek ve elde ettiği sonuçlara göre senet ya da çek kabul edecek.
Öyle bir sistem ki Babacan şöyle anlatıyor: Borçlu alacaklıya izin verecek; cep telefonu ile ya da internet üzerinden gösterilecek adres ya da cep telefonuyla bilgileri dakikalar içinde o kişiye ulaşacak ve kredi sicilini sorgulama şansı olacak. O da çek veya senedi alıp almamaya karar verecek.
Peki bunun ne sakıncası var? Öncelikle kişilerin mal veya hizmet alımında böylesi bir uygulamaya, alacaklı tarafından bilgilerine ulaşarak geçmesi doğru değil. Buradan ortaya çıkacak açık, sonrasında her türlü tehdit, haksız rekabet gibi olumsuzluğu kendiliğinden doğurur. Önce bir şey yapacaksanız, hangi ülkede ve nasıl bir piyasada yaşadığınızın farkında olun.
İkincisi ve daha önemlisi işe şu: Böyle bir sistem hali hazırda uygulanabiliyor. Yani siz çek kabul etmeden önce ilgili bankayı arayıp, kişiyle ilgili olumlu ya da olumsuz görüş sorabiliyorsunuz. Peki işi kişi bazına indirmenin anlamın ne?
Ona da cin olmadan adam çarpmak deniliyor. Çünkü böyle bir sistem gelirse, bankalar sorumluluktan kurtulacak ve çeki alan, olumsuzluk halinde aldığıyla kalacak. Siz bunları sorgulayana kadar, ‘bankalar kime çek veriyor, vermiyor ya da şu sorumluluk oranlarını artıralım da gözleri dönmüş halleri biraz durulsun’ meselesinin peşine düşmüyorsunuz?
Yoksa bu da bankaları olası piyasa krizinden kurtarmak için yeni bir formül mü? Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bence bunları da açıklamalı. Aksi takdirde bunu TUSKON üyelerine anlatır da, çocukluğu sözün senet sayıldığı bir piyasada geçmiş olanlara yutturamaz.
Sonuç olarak bilgi eksikliği varsa, gidersin, bizi de bilgilendirsin. Yok bilerek yapılan bir uygulama ise, hedefte soru işareti var. Amaç muhtemel bir krizde ya da mevcut ortamdaki gibi çek ve senetlerin arka arkaya patladığı bir süreçte bankaları sorunun içinden çekmek mi? En azından bunu açıklasınlar.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr