Kredi patates değil ki…
Türkiye ekonomisinin en sorunlu yanını reel sektöre ait krediler ve ödemeler dengesi oluşturuyor. Bu kırılgan olarak nitelendirilmemizin baş nedenleri arasında geliyor.
Ülkemizin hain bir kalkışma yaşaması ve ardı sıra gelen olaylarla bu gerçeği görmezlikten gelirsek, çok üzülürüz.
Çünkü Türkiye ekonomisi gerçekten yıllarca yapılan hatalar nedeniyle üretim noktasında açmazlarla birlikte yaşıyor. Nitekim İSO’nun ilk bin firmasının kârının yarısının finansman giderlerine gitmesi bunun en açık kanıtı.
Burada en önemli risklerden birini de kredilerin erken çağrılması oluşturuyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu uyarısının çok yerinde olduğunu düşünüyorum. Böylesine hassas bir dönemde kredilerin erken çağrılmasının iyi niyetli okunmayacağını söyledi ve bence de çok haklı.
Zira bir kredinin zamanından önce çağrılması firmanın hayatiyetinden zincirleme etkisine kadar piyasanın birçok aktörünün de iflasıyla sonuçlanabilecek ve ekonomiye darbe vuracak bir eylemdir. Zaten ortada bir anlaşma varken, her ne kadar sözleşmelerde böyle bir madde olsa da sudan gerekçelerle bu yönteme başvurulması çok etik bir davranış değil.
Bunun etkilerini kriz dönemlerinde iliklerimize kadar yaşadık. Çok uzak değil, 2008 krizinde bile yapılan ilk eylem bu oldu ve o süreçte zincirleme nasıl batışlar yaşandığını gördük. Keşke Erdoğan o zaman da aynı hassasiyeti gösterebilseydi.
Açıklamaların diğer bölümleri ise yine ciddi açmazlarla dolu… Mesela sudan gerekçe diye belirtilen husus ne? Özellikle yeni verilecek kredilerde bankalar Türkiye’nin önüne Basel 2 kriterlerini getirirse, zaten verilen krediler nedeniyle birçok kişinin başının yanması gerekir.
Faiz konusuna gelirsek, oradaki mantık da anlaşılabilir değil. Cumhurbaşkanı diyor ki: ‘sürümden kazan.’ Şimdi bu patates değil ki çok üretip, çok satınca daha çok kazanasın. Verilen her kredi bir risktir ve tasarruflardan kaynaklı da olsa, dışarıdan sendikasyon kredileri ile de finanse edilse hesap verme sorumluluğunu taşır.
Yani kredide sürümden kazanmak diye bir şey olmaz. Riski dağıtmak olur ki, onu da reel sektör yerine tüketiciye ihtiyaç kredisi ya da kredi kartı vererek yaptılar. Ne yazık ki bugün hassasiyet gösterenler de o dönemde bunu desteklediler.
Faiz oranına bakarsak da o kafaya göre belirlenecek bir şey değil. Yine bankacılık kuralları içinde enflasyon başta olmak üzere maliyetlerin altında bir oranla verilemez. Verilirse de sunulan her kredi sürümden kazanç değil, sürümden zarar olur.
Ayrıca kredilerin yine gayrimenkul sektörü üzerinde tartışılıyor olması da, açıkçası ‘üretim ekonomisine geçiyoruz’ söylemlerini tamamen çöpe atıyor. Buraya verilecek kredinin piyasayı, bağlantılı olarak da 250’ye yakın tedarikçi alt sektörü harekete geçireceğine inanıyorsanız da, danışmanların sokağa çıkmaya ihtiyacı var demektir.
Çünkü bu inşaat firmaları, uzun zamandır alt piyasalara ödeme yapmıyor ve çok sayıda firmanın batmasına bizzat neden oldular. Bankalar kadar, bu firmaları da mercek altına almak çok da fena bir yöntem olmayacaktır.
Velhasıl kelam o faiz meselesi de kredi mekanizması da öyle oturulduğu yerden düşünüldüğü gibi olmuyor. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak için esnafın korkmadan konuşmasını sağlamak lazım.
Bankalar bu ülkede kuralları aşarak iş yapıyorlar mı; yaptılar mı? Evet… Ama bunun nedenini bankalarda değil, onlara bu hakkı verende ve kumar ekonomisini ülkeye yerleştiren yaklaşımda arayacaksınız.