Babalar gibi satmaktan bugüne
Tarih; Nisan 2003. Tekel’in sigara ve içki özelleştirmesinin konuşulduğu günler. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, tarihe geçen o sözü söyledi. “Babalar gibi satarız.” O babalar gibi satılan Tekel’in içki bölümü, 17 fabrikası, hammadde, stok ve varlıklarıyla 2004 senesinde 292 milyon dolara elden çıkarıldı.
Alan firma, sadece 2 sene sonra 810 milyon dolara ABD’de kurulu ortak bir yapıya geçti. O da 2011 senesinde 2,1 milyar dolara İngilizler’e sattı. Elbette alanlar fabrikaları kapattı; ihtiyacın büyük bir bölümünü de yurtdışında ikame etti. Gelelim filmin en başına. Neden babalar gibi satıldı?
Devleti şirket gibi yönetmekle, şirket gibi görmeyi karıştıran bir yaklaşım, zarar eden her şeyi satma prensibini esas almıştı. Tekel’in içki öyküsü sadece bir örnek. 1986 – 2002 döneminde 8 milyar dolarlık özelleştirme yapan Türkiye, AKP’nin iktidarında bu rakamı 2015 sonu itibariyle 62 milyar dolar sınırına yaklaştırdı.
AKP’nin resmi internet sitesindeki ifadeye göre bugüne kadarki özelleştirmelerin yüzde 90’ı bu hükümetler döneminde yapıldı. Arada bugünlerde ödeme problemi yaşayan Türk Telekom özelleştirmesi gibi yasa ihlalleri de cabası.
Kanun devletin tekel hakkını kaybetmesi halinde, o piyasanın mutlaka rekabete açılmasını öngörürken, şehiriçi telefon görüşmelerinin 5 yıl boyunca özel sektör tekeline bırakılması gibi garabetler de, apayrı tartışma konusu.
Elde edilen gelirleri fonda toplayıp, özel sektörün yatırım yapmadığı alanlara yönlendirmek şöyle dursun; yine bakanların ifadelerine göre IMF borcuna ve yol ile köprülere yatırdılar.
IMF’ye hesabı kapatırken, onun kefaletinde kat be kat daha çok borca batıldı; yol ve köprüleri de 5,7 milyar dolara özelleştirmeye kalktılar. İptal edilen özelleştirme, bugünlerde yeniden gündemde.
Tekrar soralım; niye? Çünkü devlet kurumu da olsa kazanç elde etmeliydi. Elbette devlet kurumları da zarar etmemeli. Ama bunların neden zarar ettiğini incelerseniz, varlığından ya da faaliyetinden değil; siyasetin yanlış istihdam politikalarından ve teknolojiye yatırım yapmamasından olduğunu görürsünüz.
Yani kurumların suçu varlığı değil, yönetilmemiş olmalarıydı. Şüphesiz bunun faturası da siyasete ya da görev yapan bürokratlara değil, işsizlik gerçeğiyle tanışan çalışanlara çıkarıldı.
Bir kamu kurumunun zarar etmemesi gerekir. Ama kazanç açısından sadece bilanço değeri üzerinden hesap yapmak, ancak devleti şirket zannetmenin ürünü olabilirdi. Oysa bunun toplumsal faydalarından, şehir ekonomilerine etkisine kadar bir dizi getirisi vardır. Toplam faydayı buradan hesaplamak zorundasınız.
Bunun en güzel örneği İsviçre düzeyinde yaşayan Karadeniz Ereğli’nin, Erdemir özelleştirmesiyle birlikte patlayan hacizlerin, işsizliğin konuşulduğu, iflas eden bir yer haline gelmiş olmasıdır.
Şimdi yıl 2016, Başbakan Binali Yıldırım kamu bankalarının amacının kâr etmek değil; ekonomiye hizmet etmek olduğunu söylüyor. Doğru mu doğru; ama elde ne var ne yok sattıktan sonra; çok geç.
Kamu kurumları yüksek gelirler peşinde koşmak değil, zarar etmeden toplam faydaya ve ekonomiye ülkeyi ulaştırmak için kurulmuştur. AKP iktidarı ne yazık ki bunu 14 yıl sonra anladı. Peki acaba gerçekten anladı mı?
Ne yazık ki orada da reel sektörden kasıt inşaat olduğundan ve bankaların kredi mekanizmasından oluşturulan fonlara kadar her şey, buraya odaklandığından samimiyet sorgulanır hale geliyor.
En basiti şehiriçinde kalan sanayi sitelerini kaldırmayı planlıyorlar. Belki bugün baktığınızda doğru. Ama bunların şehrin dışında kurulduğunu, şehrin sanayi sitesi alanlarına tecavüz ettiğini düşünürseniz ‘sonu yok’ bir kısır döngüdesinizdir; demektir.
Çünkü yine burayı TOKİ’ye veriyorlar ve yeni binalar yapmanın peşine düşüyorlar. Şehri genişlettiğiniz sürece, bir süre sonra sanayi yeni yerinde de şehrin ortasında kalacaktır. Tekrar söylüyorum; bunun sonu yok.
Velhasıl kelam AKP iktidarı devletin şirket olmadığını, kurumsallaşma, verimlilik ilkelerini gözeterek şirket gibi yönetmekle, şirket olmak arasındaki farkı gördü; ama niyetlendikleri diğer konular, halen yaptıklarının farkında olmadıklarını ispatlıyor. Yine günübirlik, yine günübirlik. Demek ki bırakın şirket gibi yönetmeyi, şirket olarak görmeyi bile başaramamışlar.
Çetin Ünsalan