Özel, tekel, borç, hazine
Attığım bu başlıktan hiçbir şey anlamadınız değil mi? Belki de için için ilk okuduğunuzda beni eleştirdiniz. Oysa bu dört kelimenin bir araya gelerek oluşturduğu anlamsızlık, neredeyse Türkiye ekonomisinin yönetim biçimi kadar anlaşılabilir.
Konuyu detaylandırmadan önce şunun altını çizmek gerekir. Ekonomide liberal politikalardan yana olabilirsiniz. Piyasa serbestisine inanıp, her şeyin özel sektör eliyle üretilmesi gerektiğini düşünebilirsiniz ya da tam tersi… Yatırımların kamu eliyle yapılmasının, kamunun ekonomide tam hakim pozisyonda olması doğrunuz olabilir.
Ama yönteminiz veya yaklaşımınız ne olursa olsun, kendi içinde tutarlı bir politika özelliği sergilemek durumunda. Buna katılan da, katılmayan da olabilir. Ama görüşünüzün bütünlük sergilemesi şart… Gelelim başlığın açılımına:
Türkiye’de iktidar kamuya ait tekel hakkının tamamen ortadan kalkmasını istiyor. Fakat öte yandan kamuya ait tekel hakkını özelleştirerek, özel tekel yaratıyor. Parasını çıkarana kadar beklettikleri Telekom ve Tekel kurumları onlarca örnekten sadece ikisi… Üstelik bunu yasaları çiğneyerek yapıyorlar.
Zira yasal düzenleme diyor ki: Kamunun tekel hakkı bulunan bir alanda özelleştirilme yapılırsa ve kamunun payı yüzde 51’in altına düşerse, o piyasa rekabete açılır. Yıllarca sabit telefonlar için yaşanan mücadeleyi hatırlıyorsunuz.
Fakat kamunun tekeline karşı çıkıp, yasalara rağmen özel tekel yaratanlar bununla da yetinmiyor. Kamunun kaynak israfı yarattığı için ekonomiden çekilmesi gerektiğini söyleyip, bu gerekçeyle özelleştirme yapıyorlar. Kârlı şirketleri satıyor olmaları da bambaşka bir çelişki. Ama Türkiye’nin borçları konuşulurken özel sektörün borcunun kendilerini bağlamadığını belirtip, kamu borcu ayrımı yapıyorlar. Bitti mi? Hayır…
Sonra yap-işlet-devret modelini devreye sokup, kamu hizmetini özel sektöre aktarıp, bunların dış dünyadan kullandığı krediye de Hazine garantisi veriyorlar.’ Madem Hazine garantisi ile borçlanacaktınız, niye işletmeyi yok pahasına sattınız’ diyebilirsiniz. Demeyin, çünkü yaklaşım baştan aşağı çelişkiler ve tutarsızlıklarla dolu.
Özetle kamu giderlerini azaltmak için özelleştirme yapıp, yap-işlet devret yoluyla kâr transferi yapan bir sistem ile özelleştirme gerçekleştirip, sonra da özel sektörün aldığı borca kefil oluyoruz. Şirket zarar eder ya da batarsa, o dillerine pelesenk olan ‘özel sektör borcu, bizi ilgilendirmez’ çöpe gidiyor ve borç sırtımıza yükleniyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın Plan Bütçe Komisyonu’ndan geçen bir uygulama için dikkat çekici ifadesini yeniden paylaşayım:”Komisyonda sağlık kuruluşlarıyla ilgili bir düzenleme yapıldı. Düzenleme ile ‘yap-işlet-devret’ kapsamına giren sağlık merkezlerine Hazine garantisi ile dış borç alabilme hakkı getirildi.”
Şimdi bu uygulama, tam da ne demek istediğimi anlatıyor. Elbette Hazine garantisinin sağlık merkezlerine yönelik çıkması da ayrıca manidar… Sanırım bu sektöre tutkuyla bağlanıp, ciddi yatırım yapanlar var. Anlayan anladı…
Fakat bu iş yeni değil. Mart 2012 tarihinde de aynı komisyona konu geldi. Yasa teklifinde 31 Aralık 2023 tarihine kadar yapılan ihalelerde şirketlere tümüyle KDV istisnası tanınması ve şirketlerin alacağı dış borçların Hazine garantisi altına alınması öngörüldü.
O süreçte çıkan haberle baktığınızda bunun uluslararası kuruluşların talebi olduğu ve yasa yürürlüğe girmeden önceki ihale ya da görevlendirmeleri de kapsaması istendiğine dikkat çekiliyor. Yani öyle yanlışlıkla olmuş, işbilmez birinin ortaya attığı bir saçmalık değil. Son derece sistematik bir biçimde Türkiye’nin cebine sokulan bir hortum söz konusu…
Hem özelleştirme ile elindeki varlığı kaybet, hem de alacak adamın kullanacağı yurtdışı kredinin garantörü ol. Sonra da borç hesaplarken ‘özel sektörün borcu bizi ilgilendirmez’ de. Ne güzel memleket? Bu aynı zamanda bütçe kanunlarında yer alan, tespitli garantili kredi limitlerinin de devre dışı bırakıldığı anlamına geliyor. Belediyelere tanınan dış borç kullanma ve sunulan garantiyi de ekleyin. Nerede kaldı sizin liberal politikalarınız?
Peki doğru ekonomi politikası ne? Sürekli okurlarım hatırlayacaktır, onu daha önce yazdım, önümüzdeki günlerde de tekrar kaleme alırım. Ama burada görüşün türü değil, tutarlılığı sorun. Anlaşılıyor ki sorunlara karşı ‘devekuşu sendromu’ gösteren ekonomi yönetiminin problemi sadece bu değil. Ekonomik yaklaşımları da devekuşu… Yani ne deve, ne kuş. Ne uçabiliyor; ne de yük taşıyabiliyor. Tebrik ediyorum.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr