Şehitlerin kanı yerde, aileleri sokakta kalmasın!
Hürriyet gazetesinde (20 Ekim 2014) “ Şehit F-16 pilotu için ikinci dilekçe” başlığı ile verilen haber beni uzun uzun düşündürdü. Muavenet faciasındaki şehit yakınlarının dramını bildiğimden, bu haber hem yüreğimi sızlattı hem de yüzümü kızarttı. Dilerseniz, şehit pilotumuzu bizden ayıran acı olayı (8 Ekim 1996) ve sonrasını hep birlikte hatırlayalım.
Balıkesir’deki 9’uncu Hava Jet Üssü’nden havalanan Türk F-16 uçağı, Sakız adası açıklarında Yunan Mirage uçağı ile karşı karşıya gelmişti. Ama o anda beklenmeyen bir olay meydana gelmiş ve füzesini ateşleyen Yunan pilotu uçağımızı düşürmüştü. Kıdemli pilot Yarbay Osman Çiçekli son anda fırlatma sistemi ile kurtulmuş ama ikinci pilot Nail Erdoğan, maalesef şehit olmuştu.
Şehit pilotumuzun vefalı kızı Evrim Erdoğan, 18 yıldır sualtında bulunan babasına ulaşmak için çalmadık kapı bırakmamış ve sonunda Deniz Kuvvetleri, kaza bölgesinde deniz dibi aramaları yapmıştı. Şimdiye kadar aramalardan bir sonuç alınmadı. İnşallah, günün birinde kızımız Evrim, en azından babasının mezarına kavuşur.
Barış şartlarında füzesini ateşleyen kalleş, hain ve katil Yunan pilot Thanos Grivas, ülkesinde kahraman muamelesi görmüş, uçağına Türk uçağını düşürdüğüne dair bir sembol kazınmıştı. Şehit pilotumuzun kanını yerde, bedenini denizde bıraktık. Olayın uluslararası bir hukuk ihlali olduğu ve kasıt unsuru bulunduğunu ispat etmek için aile hâlâ çırpınıyor. Eğer, hâlâ “vefa”yı aramaktan vazgeçmediyseniz, “t” harfi ekleyerek yerini bulabilirsiniz.
Şimdi, Hürriyet’in haberine geçebiliriz. Haberde özetle, “Şehidimizin avukatı olan Mehmet Emin Keleş’in 17 yıl sonra ceza ve tazminat davası açmak üzere Atina Savcılığı’na başvurduğu” bildiriliyor. Keleş’in dilekçesindeki gerekçeler oldukça sağlam! Avukat, Yunan dergisinin, “Yunan jeti Türk F-16’sını vurdu!” başlıklı haberini referans göstererek, Grivas’ın uçağına Türk jetini düşürdüğüne dair bir sembol eklediğini belirtiyor. Ayrıca kurtulan pilotumuzun, “uçağın füze ile düşürüldüğü yönündeki” ifade tutanağını da dava dosyasına ekliyor. Muhtemelen bu dosya, uzun yıllar sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bir karara bağlanır. O zamana kadar ailenin maddi ve manevi olarak ayakta kalıp kalamayacağını bilemiyoruz!
Şimdi ortaya çıkan resme göz gezdirelim. Elimizde net bir bilgi var. Yunan Mirage uçağı, bir harp ilanı olmaksızın füze ile bilinçli olarak Türk jetini düşürüyor. Yunan makamları pişkin pişkin seyrediyor. Kasten adam öldürme fiili ile yargılanması gereken Grivas denen alçağa ülkesinde kahramanlık payesi veriliyor, uçağına semboller çakılıyor ve bu ahval ve şerait içinde hukuk savaşını Türk makamları yerine, pilotun yaslı ailesi sürdürüyor. Kaldı ki bu sürecin, bir hukuk savaşının çok ötesinde başka mücadele alanlarını da kapsaması gerekliliği çok açıktır. Diğer mecralardaki sessizliği herkes kendine göre yorumlayabilir!
Şimdi de isterseniz size Muavenet olayını hatırlatayım. Bu gemimiz 1992 yılında Ege’de Amerikan uçak gemisinin füze atışı ile vurulmuştu. Saratoga uçak gemisinin attığı Sea Sparrow füzeleri, normal koşullarda hava hedeflerine, nadir durumlarda gemilere karşı kullanılır. Bütün kariyerim boyunca bu füzeleri taşıyan gemilerde, gemi komutanlığı da dâhil olmak üzere her seviyede görev yaptım.
Size şunu, hem teknik hem de taktik bir uzman olarak rahatlıkla söyleyebilirim. Bu füzenin yanlışlıkla atılma ihtimali milyonda sıfırdır. En basit şekilde şöyle anlatabilirim: Tabancanın namlusunu terk eden bir mermi için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. İyi nişan alınmışsa mermi hedefi vurur. Alınmamışsa ıska geçer. Bu tür silahlar, “At-Unut” olarak sınıflandırılır.
ABD füzesinin ise namluyu terk etmesi hiçbir şey ifade etmez. Çünkü “At-Unut” bir silah değildir. Aşama aşama en az on kademe geçildikten sonra füze ateşlenir. Ama her şey bitmez! Füze hedefi ile buluşuncaya kadar, hedef, gemideki radarla füzeye tarif edilmelidir. Yani yanlışlıkla füze namludan çıksa bile, siz ona ısrarla hedefini işaret etmezseniz füze hedefini bulamaz.
Dolayısıyla, ABD gemisi, Muavenet gemimizi uzun süre radarına kilitlemiş ve füze vuruncaya kadar bu kilidi muhafaza etmiştir. Bu bir trafik kazası değil, aracın kasıtlı olarak kurbanın üzerine sürülmesidir.
Muavenet’in şehit olan Komutanı Yarbay Kudret Güngör’ün eşi, Hasdal’a esir subayları ziyarete geldiğinde şunları söylemişti: “TSK ve Deniz Kuvvetleri bugün sizleri nasıl yalnız bıraktıysa, Muavenet’in vurulduğu dönemde de bizi aynı şekilde yalnız bırakmıştı. Süper güçle tek başımıza mücadele etmeye çalıştık, ne büyük acılar yaşadık!”
Düşmanın erkekçe karşımıza çıkmadan kalleşçe yaptığı saldırılar ile şehit ettiği evlatlarımıza ve onların geride kalan yaralı ve kederli ailelerine sahip çıkamıyoruz. Bizim için hayatını ortaya koyan Kahraman Gazimizin protez (takma) bacağını bile haczediyoruz. Ankara’nın göbeğinde öldürmek üzere pilotumuza saldıran diplomat kılığındaki Kuveytli magandaları sınır dışı bile edemiyoruz! Yüksekova/Hakkâri’de güpegündüz, sivil elbiseli ve silahsız Mehmetçiklerimizin PKK adı verilen cinayet şebekesi tarafından şehit edilmesini önleyemediğimiz gibi, bu kalleş teröristlerle mücadele yerine, müzakere ediyoruz.
Samsun’da hayatın ağırlığını taşıyamayarak ruhi çöküntü içine giren ve yüksek bir mevkiden atlamak üzere olan çaresiz bir yurttaşımıza, insanlığın bütün değerlerini reddederek toplu olarak “Atla, atla!” şeklinde tempo tutuyoruz ve bu vatandaşımız kendini boşluğa bırakıyor…
Millet olmanın kıvanç, onur, gurur ve ağırlığını taşıyamayanlar, zaman içinde önce halka, sonra topluma, sonra aşiretlere ve son olarak da güruh tabir edilen bilinçsiz kalabalıklara dönüşür. “Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız!” diyorsak, bunun gereğini yapmalıyız.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr