Ya Türkiye'yi inceleseydi!
Bugünlerde piyasaya çıkan bir kitap kapitalist dünyayı adeta salladı.
Bugünlerde piyasaya çıkan bir kitap kapitalist dünyayı adeta salladı. ABD, Japonya, İngiltere, Fransa, Almanya ve birçok ülkede bu kitap tartışılıyor. Bir iki gün içinde 200.000 satan kitabın rekor kırması bekleniyor. Ekonomi sayfalarında eserin yazarı Fransız akademisyen Thomas Piketty’den başka bir şey yok!
Kitabın adı: “21’inci Yüzyılda Kapital.” Karl Marx’ın ünlü “DasKapital”ini anımsatıyor. İşin ilginç tarafı, dünyaya yön veren New York Wall Street’deki küresel elit ve para sihirbazları da kitabı mercek altına aldı. Çünkü çağımızın en büyük sorunu olan zengin-fakir çelişkisine parmak basan bu eser, büyük emek, alın teri ve göz nuru ile hazırlanmış.
Piketty, 15 yıl boyunca 30 ülkedeki vergi kayıtlarını gece gündüz inceleyerek, bir takım sonuçlara varmış.Tipik bir ekonomistten ziyade, konuya bir filozof derinliği ile yaklaşan ve gerçeğin peşinden koşan Piketty, bakın ne diyor: “Üniversitede sadece ekonomi alanında çalışsaydım, teoride kalır ve bu sonuçlara ulaşamazdım. Bu nedenle, akademik kariyerime ara verdim ve çalışmalarımı tarih ve edebiyat alanındaki incelemelerine koşut olarak sürdürdüm!”
Sizi hiç meraklandırmadan, en sonda söyleyeceğimi en başta aktarayım. Kitabın çıkardığı sonuç şu: “Mevcut güdümlü kapitalist piyasa düzeni zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor; servet dar bir kesimde toplanıyor ve maalesef bu durum devam edecek.” Nereye kadar? Onu da yazının sonuna bırakalım.
Fransa’da servet, 1789 devriminden önce % 1’i bile bulmayan aristokrat sınıfının elinde toplanmıştı. Günümüzde de aynı durum ABD için geçerli. ABD’nin tüm zenginliği, %1’lik Wall Street mukimlerinin cebinde! “Occupy Wall Street! (Duvar Caddesi’ni İşgal et!)” sloganı boşuna çıkmadı. Piketty ABD’deki dostlarına,“Fransa’daki %1’in çoğunun kellesini giyotin uçurmuştu; aman dikkat!” diyor.
Piyasa, kapitalist toplumlarda kurumlar ile insanlar ve sınıflar arasındaki ilişkilere yön verdiğine göre, ABD’nin hâlâ gelir dağılımı açısından 1800’lü yıllara bile ulaşamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama ülkemiz açısından durum daha da iç karartıcı. Aynı mantıkla, gelir dağılımı adaletsizliğinin şampiyonu Türkiye’nin Ortaçağ’da yaşadığını ileri sürmek fazla mı abartılı olur?
Piketty’nin bir önemli tespiti de, ABD’de devletin ekonomiye doğrudan müdahale ettiği “New Deal” olarak isimlendirilen 1930’lar ve Marshall yardımının hüküm sürdüğü geç 1940’larda ABD orta sınıfının rahat bir soluk aldığı. Ama 1980’lerden itibaren başlayan ve bütünüyle iş dünyasının çıkarlarını gözeten sürecin, maaş ve ücretlileri tam bir cendereye sokarak, yaşamı kâbusa çevirdiğini de ilave ediyor. Piketty’ye göre, 1980’lerde başlayan bu süreç halen devam ediyor.
Türkiye’de 1980’li yılları hatırlayalım. “Asmayıp da besleyelim mi” diyen Evren tutuyor, “Benim memurum işini bilir!” diyen Özal vuruyordu. Neler gördük: Onların oğlanlarının başardığı (Ourboysdid it.) 12 Eylül Askeri Darbesi. Toplumun siyasetin dışına itilmesi (depolitizasyon). 24 Ocak Kararları. Özelleştirmeler. Sendikal hakların tırpanlanması. Din duygusunun pompalanması. Toplumun dinamik ve yurtsever kesimlerinin tasfiye edilmesi. Dış politikanın ABD’ye, ekonominin IMF’ye teslim edilmesi… Demek ki 80’li yıllar tüm kapitalist dünyayı vurmuş ama bizi paramparça etmiş.
1980’li yıllarda başlayan süreç, maden işçilerinin ölümünün, fıtratı (doğası) nedeniyle normal karşılandığı bir durum ile bizi karşı karşıya bıraktı. Nankör olmamalıydık. Ölüyorduk ama güzel ölüyorduk! Ölüme uğurladığımız, hiçbir güvenceleri olmayan madencilerimiz ücreti ise ortalama 1.200 TL civarındaydı.
Biz yine Piketty’ye dönelim. Diyor ki,”Başkan Obama bu çarpıklığın farkında. Bu nedenle hem vergi reformu hem de asgari ücretin yükseltilmesi için bir kanun teklifi hazırlattı. Ama hem Cumhuriyetçi Parti hem de Demokrat Parti’den öylesine güçlü bir tepki geldi ki Obama teklifi çekmeceye sokmak zorunda kaldı.”
Şimdi de isterseniz, Türkiye’nin durumuna kısaca göz atalım. Ülkede çalışanları ezen bir ekonomik kargaşa hüküm sürmektedir. Bunun sonucundakamu varlıkları yağmalanmış, kamu bilinci yok edilmiş, ucuz çıkarlar için doğa katliamına bile göz yumulmuş, sendikalar dağıtılmıştır. Dolaylı vergilerle vergi yükü halkın sırtına atılmış –toplam vergininyüzde yetmişi KDV ve ÖTV gelirleridir!- artan işsizlik nedeniyle karın tokluğuna çalışacak her meslek grubundan insanlarımız, iş yerleri önünde uzun kuyruklar oluşturmuşlardır.
Bu acımasız ve zalim ekonomik düzenden kaynaklanacak sosyal çalkantıların önüne geçmek için kitlelere, “Hüda halka, hurma bize!” prensibi çerçevesinde dini duygular şırınga edilmektedir. Zaten bu dünya geçici değil midir? İnsanca yaşamın adresi olarak öteki dünya işaret edilmektedir.
Bu gayeye hizmet üzere, yazılı ve görsel basın ve yayın organlarının büyük bir bölümü, halkı uyutmakta, diziler ile oyalayarak gerçeklerden koparmakta, tarafsızlık örtü ve aldatması ile yıkıcı fikirler yaymaktadır. Bu ise ekonomi dukalarının çıkarları ile birebir örtüşmektedir. Taşeronların at koşturduğu ekonomi dünyası, hayal bile edilemeyecek ölçüde dikensiz bir gül bahçesine benzemektedir.
Mart 2013 ayında Finans dergisi Forbes, Türkiye’deki zengin kişilerin listesini yayımlamıştı. Adaletli kalkınma (!) sürerken dolar milyarderlerimizin sayısı 35’ten 44’e çıkıvermiş! Toplumun bütün katmanları genel olarak fakirleşirken, bu medar-ı iftiharlarımızın toplam serveti de 95 milyar dolardan, 117 milyar dolara yükselivermiş!Ne diyelim, “Zenginin malı züğürdün çenesini yoruyor; Allah daha çok versin!”
Bu konuyu İslam modernizminin kuramcısı İran kökenli ünlü sosyolog ve düşünür Ali Şeriati(1933-1977) bakın nasıl yalın bir şekilde ortaya koyuyor: “Bir toplumun çağdaş bir yapıda olup olmadığını anlamak istiyorsanız, paranın nerede toplandığına bakın. Eğer para, dar bir çevrenin elinde toplanmışsa ve geniş yığınlar yoksulluk içinde yaşıyorsa, o toplum gericidir. Paranın tüm toplum katmanlarına ulaştığı bir toplum ise modern ve ileri bir toplumdur.”
Allah’tan Piketty, bu konuda Türkiye’de ciddi bir inceleme yapmadı. Eğer yapsaydı, ilk verilere ulaştıktan sonra kafayı sıyırıp inceleme kâğıtlarını yerdi! Belki de, İkinci Dünya Savaşı’ndaki vahşet nedeniyle insanlıktan ümidini keserek, karısı Lotteile birlikte Brezilya’da intihar eden ünlü düşünür, roman, oyun ve biyografi yazarı Stefan Zweig(1881-1942) gibi bu dünyada yaşamaktan vazgeçerdi!
Beynini, yüreğini ve alın terini, sorumsuz patronların vahşi çıkarlarına değil, insanlığın hizmetine sunan, daha 22 yaşında doktor unvanına layık görülen 43 yaşındaki bu nitelikli ve onurlu akademisyen,”kitabını politikacılar için değil, halk için yazdığını” belirtiyor. “Halkı ikna edemediğimiz takdirde, yerimizde sayacağımızı” vurguluyor.
Peki, insanlık bu durumdan nasıl kurtulacak? Emeği ile çalışan insanları ezen bu vahşi düzen sonsuza dek sürecek mi? Kapitalist dünyanın prensi Prof. Francis Fukuyama’nın 1992’e söylediği gibi “Tarihin Sonunu” mu yaşıyoruz? Bu düzen insanlığın en ileri aşaması mı?
Thomas Piketty, “Sesime kulak ver gülüm,/Tutsaklığa yeğdir ölüm,/Nerde varsa böyle zulüm,/Çaresi isyan olmuştur./ diyen Şair’in dizelerindeki gibi, “tüm bu sorunların üstesinden gelebilmek için küresel çapta bir devrimin yaklaştığını ve bunu güçlü bir olasılık olarak gördüğünü ifade ediyor!”
Zaman zaman duraksamalar ve geri dönüşler olsa da, tarih daima ileri doğru akar. İnsanlık, er ya da geç bu sorunu da aşarak yeni ufuklara doğru yelken açacaktır.
(E) Amiral Soner POLAT
ulusalkanal.com.tr