Türkiye sahipsiz değildir!
Cumhuriyet, içten ve dıştan tarihinin en büyük ve en sistematik saldırısına maruz kalmış ve gelişmeler, mevcut sistemin dönüştürülmesinin de ötesine geçip ülkenin bölünmesine doğru yol alan tehlikeli bir süreci tetiklemiştir. PKK ve Meclis’deki sözcüleri bunu açık olarak dillendirmeye başlamışlardır. Özerklik gibi söylemler bile artık bu zat-ı muhteremleri (!) tatmin etmemektedir.
Doğrudan ve dolaylı hakaretlerden bunalan Güneydoğu’da görevli yurtsever bir asker, Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak’a: “Sizin devletiniz, sizin devletiniz!” diyorsunuz. “Eğer, burası benim devletimse, benim toprağımsa, çıkın dışarı!” şeklinde tepki vermek zorunda kalmıştır. Genelkurmay Başkanlığı, hem de kendi resmi sitesinden, “PKK’nın özel mahkemeler kurup, yargılama yaptığını bütün Türk milletine ilan etmiştir!” Daha önce de bu tür onur kırıcı bilgileri kamuoyu ile paylaşan Genelkurmay Başkanlığı’nın Türk milletine verdiği mesajları doğru okumalı ve şanlı ordumuza kayıtsız şartsız destek olmalıyız.
Devletin anayasal kurumları, bu süreci ya fiili olarak desteklemekte ya da sessiz kalarak dolaylı olarak destek vermektedirler. Meclis ’deki muhalefet partilerinin, siyasetin doğası gereği bu sürece karşı çıkmaları gerekirken, Batı yanlısı tutumları nedeniyle, “ne şiş yansın, ne kebap!” misali, özde değil, sözde bir tepki göstermekte ve bu nedenle toplum katında ciddi bir heyecan yaratamamaktadırlar. Aslında, bu süreci dolaylı olarak desteklemektedirler. Hatta CHP bu süreçte liderliği ele geçirme yarışı içine girmiştir!
Türkiye’deki kurumlar, meslekler, iş bölümü kolları ve sosyal katmanlar açısından bu dönem tarihi bir önem taşımaktadır. Ülke Batı’nın yoğun bombardımanı altında iken, her kesim aslında tarihin sınavına tabi tutulmaktadır.
Kriz ve savaş dönemleri gerçek kahramanları ortaya çıkarır. Bir bedel yoksa bir değer de yoktur. Bu sancılı dönemler, bir kuyumcu terazisine benzer. Sahte kahramanları, ait oldukları taklit mal satan imitasyon mağazalarına iade ederler.
Almanya’da gördüğüm bir yangın kursunda dinlemiştim. Şöyle diyorlardı: “Yangın çıktığında hiyerarşi biter, en soğukkanlı ve en mantıklı kim davranıyorsa, lider o olur!” Biz denizciler de bir kaptanın niteliklerini fırtınalı havalarda sınarız.
Ülkenin bütünlüğü ve Cumhuriyet değerlerini savunma ve her türlü haksızlığa karşı çıkma konusunda; en bilgili, en birikimli ve en cesur meslek grubu olarak avukatları gördüm. Avukatlar hem bireysel olarak hem de baroları içinde müthiş bir Cumhuriyet kavgası verdiler.
Kimi zaman polisler tarafından yerlerde sürüklenerek gruplar halinde tutuklanmalarına rağmen, mücadele ateşini hiç söndürmediler. Ayrıca avukatlar, gözaltına alınan meslektaşlarını, Türkiye’nin hemen hemen her yerinde cansiperane savunarak, diğer bazı meslek gruplarına da “dayanışma ve ahde vefa” dersi verdiler.
Başta Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal olmak üzere diğer yurtsever ve dirençli avukatlarımız, dalgaların şiddetine hiç aldırmadan denize açıldılar ve Atatürk ateşini hep canlı tuttular.
Onlara bakınca, daima patlayan bir yanardağ gördüm. Hepsi birer Mahmut Esat Bozkurt oldu! Hem cephede hem masada, tıpkı Bozkurt gibi haklı kavgadan asla kaçmadan birer fazilet abidesi oldular.
Levent Kırca ve Ataol Behramoğlu’nun başını çektiği duyarlı ve yurtsever sanatçılarımız, bir avuç gazeteci ve yazarla birlikte, saygı duyulacak olağanüstü bir direnme mevzisi kazdılar. Toplumun önüne geçerek, hem yol gösterdiler hem de siper oldular.
Daha sonra başta tabip odalarımız ve hekimlerimiz olmak üzere sağlık personelinin, hem duyarlı hem bilinçli hem de eylem yeteneği olan sosyolojik olarak ileri bir toplumsal tabaka olduğuna tanık oldum. Hekimlerimiz en kritik dönemlerde sorumluluk ve risk alarak, hem Cumhuriyeti canla başla savundular hem de toplumsal eylemlerde yaralanan yurtsever yurttaşlarımıza, gönüllü olarak fedakârca sağlık hizmeti verdiler.
Mimarlar ve mühendislerimiz, ülkenin kültürel varlıklarının korunması, tarihi değerlerimizin gelecek kuşaklara aktarılması, çevrenin korunması ve kentlerin ranta kurban edilmemesi için saygı duyulacak bir mücadele örneği sergilediler. Sekiz- dokuz şiddetindeki depremlere dayanıklı yapılar gibi her türlü baskıya kale gibi direndiler.
Belki kendilerine yasal olarak verilen yetki ve sorumlulukları ellerinden alındı ama halkımızın nezdinde büyük bir onur ve gurur abidesi oldular. Genç mimar ve mühendislerimize ve bu meslek kollarındaki öğrencilere; erdem, ülke değerlerini savunma ve direniş ruhunu bir miras olarak devrettiler. Tarihin akışını kenardan seyretmeyip, doğrudan tarihin içine girdiler. Sayılarla vals yapan bu üstün zekâlı insanlar, en kestirme yoldan doğruya ulaşma yetenekleri ile toplumu gerçeklerle yüzleştirdiler.
İşçilerimiz de, başlangıçta kişisel bir nitelik arz eden tepkilerini, daha sonra toplumsal bir çerçeveye oturtmaya başladı. Toplumsal taleplerinin, ancak ülke bütünlüğü içerisinde karşılanabileceğini anladılar. “Mustafa Kemal’in askerleyiz!” sloganının işçilerimiz tarafından dillendirilmesini oldukça anlamlı buldum.
Bu arada bir gerçeğin altını da çizmeliyim. Bizlerden ve Türkiye’nin gerçeklerinden tamamen kopan Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD), Emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş’un 2013 yılının ilk yarısında genel başkan seçilmesinden sonra, ilkeli, erdemli, sorumlu ve yurtsever bir yol izlemeye başladı. Bu topraklara bağlı olduğunu her vesile ile gösteren TESUD, hepimizin gurur duyacağı eylemlere imza atmaya başladı. Toplumsal sorumluluk gerektiren her alanda TESUD’u ön sıralarda görmeye başladık.
Meslekler dışındaki genel tasnife bakarsak, en öne çıkan grup olarak Türk gençliğinin yüz akı, şeref timsali ve parlayan meşalesi olan TGB’yi görüyoruz. Atatürk’ün dâhiliği burada da karşımıza çıkıyor. Atatürk Cumhuriyeti, kendi kurduğu parti olan CHP’ye emanet etmiyor. Yaşanan olayları görünce, “ne kadar da haklıymış!” diyoruz. TSK’ya emanet etmiyor; adının başına Mahmut Esat Bozkurt’un önerisi ile Cumhuriyet sıfatı taktığı savcılara, diğer ifade ile yargıya da emanet etmiyor.
Ne büyük, ne ilahi, ne keskin bir ileri görüşlülük. Ne muazzam bir öngörü! Büyük bir isabetle Türk gençliğine emanet ediyor ve o gençlik de, Atasına lâyık olduğunu yüzlerce kez ispat ediyor.
Kara bulutların, ihanet rüzgârları eşliğinde ülke atmosferini çepeçevre sardığı bu kasvetli günlerde, Atatürk’ün aydınlanma ışığını Türkiye’nin her karış toprağına taşıyan Atatürkçü Düşünce Dernekleri (ADD), tarihi bir sorumluluk üstlenmiştir.
ADD Başkanı Tansel Çölaşan, bu zarif ve kibar hanımefendi, bu asil, onurlu ve şerefli Cumhuriyet Hukukçusu, Atasının kızı olarak, başkaları gibi emekliliğinin tadını çıkarmak yerine, çizmelerini ayağa geçirerek, Türkiye’nin her yerinde meydan meydan, salon salon dolaşarak yurtseverlik meşalesini ateşlemiştir. ADD, tüm üyeleri ile Atatürk’ü savunma ve Cumhuriyeti koruma konusunda ilkeli ve fedakâr bir savaş vermiştir.
Barış döneminde burnundan kıl aldırmayan tatlı su kahramanlarının, en küçük bir krizde bile nasıl savrulduğunu yaşayarak gördük! Eğer yazdıklarımız ve söylediklerimizde tutarlı olmak istiyorsak, bir gerçeğin altını, açık, seçik ve net olarak çizmeliyiz.
Bu karanlık dönemde, Atatürk ilke ve devrimlerini, en içten, en samimi, en kararlı savunan kesim İşçi Partisi olmuştur. İşçi Partisi, ağır bedeller ödemiş, ama Atatürk’ün Bursa Nutku’na yaraşır bir mücadele ve mertlik örneği sergilemiştir. Atatürk’e yönelik tüm saldırılara karşı, kahramanca göğsünü siper etmiştir. Cephede ağır kayıplar vermiş, ama cephe gerisinden yaptıkları takviyelerle cephenin yarılmasına izin vermemiştir. Türk halkını, önündeki tehlike ve tehditler konusunda uyarmıştır. Uyarırken de karamsarlık değil, umut aşılamıştır.
Kişisel düşünceme göre, bu Parti’nin jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik denklemi, parti politikalarının uluslararası boyutu, Türkiye’de savundukları iç siyasi ve ekonomik görüşlerle tam bir uyum içerisindedir. Diğer bir ifade ile bu Parti, dünyayı ve Türkiye’yi algılamakta, tanımlamakta ve birbirine bağlamakta tutarlıdır.
Başta önderi Doğu Perinçek olmak üzere, parti üyeleri müthiş bir bilgi birikimine, tartışma kabul etmez aydın niteliklerine sahiptir. Bütün birikim ve enerji, kişisel çıkarların tamamen dışında, ülke için, kıyas kabul etmez bir fedakârlıkla kullanılmaktadır.
Katılmasanız da, görüşlerinin açık, sade, çıkarsız, ulus menfaatlerine yönelik, Kemalist ve anti-emperyalist, sistematik ve de en önemlisi tutarlı olduğunu kabul etmek zorundasınız. Hem ABD’yi savunmak hem Esat’ı yerden yere vurmak hem de Suriye konusunda AKP hükümetini eleştirmenin hiçbir tutarlı yönü olamaz!
Atatürk’ün, “İlelebet payidar kalacaktır!” dediği Cumhuriyete, bu zor günlerinde kol kanat gerenler, her zaman olduğu her kesimden Atatürk milliyetçileri olan yurtsever insanlarımız olmuştur.
Meclis içinden destek bulamayan bu kesim, Cumhuriyet sevdalısı milyonlarca yurttaşımız ile birlikte, sağı solu bir kenara bırakmış, vatan temasını öne çıkararak “Mustafa Kemal’in askerleyiz!” sloganı ile yeri göğü inletmiş, meydanlara sığmamıştır. Meclis’teki hiçbir siyasi partinin, para, pul, bilet, kumanya verse bile bu kalabalıkları toplayamayacağı açık seçik görülmüştür.
Yeri düvele diz çöktüren bir mirasın gerçek temsilcileri olan bu kesimlerin, atalarımızın tarihin derinliklerinde yaptığı gibi, demir dağları eriterek bir çıkış yolu bulacağına yürekten inanıyorum. Cumhuriyet eninde sonunda kazanacak!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr