Kültürün çöplük başkenti
Yurtdışında yoldan rastgele birisini çevirip sorsanız, çoğunun Türkiye deyince ilk söyleyeceği şey İstanbul’dur. Çünkü İstanbul demek, tarih, kültür, imparatorluklara başkent olmak, turizm, Kapalıçarşı ve akla gelebilecek çok şey demek.
Hani Çiğdem Talu’nun sözlerini yazdığı, Melik Kibar’ın da notalarla can verdiği Erol Evgin’in bir şarkısı var ya; ‘Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor’ diyen, işte İstanbul’da yaşayanlar için bu şehir böyle bir manzarada.
Yaz geldi mi bizim de çilemiz başlıyor. Ellerinde mangallar güruh halinde sahillere çıkan ahali, sabahtan başlayıp gecenin geç saatlerine kadar sözde kültür başkentinin sahillerini işgal ediyorlar.
Şimdi kimse bana ‘vatandaş ne yapacak, nerede eğlenecek’ savunmasına geçmesin. Hepsinin altında son model otomobiller, sahil kenarına çekip, başlıyorlar mangalları yellemeye…
Yani olay fakir gurebanın eğlenmesinden çok, alışkanlık haline gelmiş, dehşet verici bir rezalet. Üstelik eczaneye giren adamın aracını çeken kahramanlarımız, tüm gün sahilleri park yaparak felç eden piknikçilerimize uğramıyor bile.
Ne yazık ki bu ilin belediye başkanı da konuya sesini çıkarmıyor. Çünkü tam sorun halledilmek üzereyken, Başbakan bir gün mangalcılardan et yedi, konu vatandaş yalakalığı çerçevesinde tüm hızıyla uygulama olarak legalleşti.
Kimse yeşil alanlara çıkıp, piknik yapmasın demiyorum. Yaparsın evde ekmek arası köfteni, serersin yaygını, gününü geçirirsin. Fakat olmuyor, bizim adamı böylesi kesmiyor. İlla o mangalı yelleyecek.
İşi kendi semtinde de yapmıyor. Müteşebbis ruh ya, mangal dumanını ihraç edebilmek için komşu ilçelerin sahillerine akın ediyor. Sonrasında ne dumandan temiz hava alabiliyor, ne de civarda oturanlar cam çerçeve açabiliyor.
Hey güzelim İstanbul… ‘Sen ne hale geldin’ demeye de dilim varmıyor, zira ertesi gün ortaya çıkan manzara, piknik aşamasında daha vahim. Büyük çöp gurupları, yiyenin yediği yerde bıraktığı artıklar, üzerinde kargaların çöplendiği, kesif bir çöp kokusu içinde, insanlar işlerine gitmeye çalışıyor, temizlik görevlileri de ‘nereden başlasam’ duygusu içinde bir o yana, bir bu yana saldırıyor. Üstelik muhtemelen en sözleşmeli ve taşeron işçisi halleriyle…
Açıkçası neresinden bakarsanız bakın rezalet… Bir tarafta İstanbul’un mesire alanlarını, çayırlarını yok edip, bina yığınları haline dönüştürülüyor, ondan sonra da insanların yaşam alanları içinde mangallı piknik yapmasına göz yumuluyor. Niye? Kutsal bir amaç için: Oy…
Bir de işin ekonomik boyutu var. İstanbul’un yıllık çöp toplama ve taşıma harcamasının 184 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Sormak gerekmiyor mu? Rakamda bu sözde çöp üreten ve bunu da olduğu gibi bırakan piknikçilerin payı nedir?
Son soru da Başkan Kadir Topbaş’a… Kültürün çöplük başkentinin belediye başkanına… Hiç mi sokaklarda dolaşmıyorsunuz? Ya bu işe engel olun ya da çöp üreticilerin dışındaki kesime de ve hatta onlara da ücretsiz gaz maskesi dağıtın. Bu haliyle şehir yaşanacak bir yer olmaktan çıktı. Şimdi önümüz yaz. Bir de buna sıcağın etkisini ekleyin ve öyle hayal kurun.
Koltukta oturmak yetmez, koltuğun hakkını vermek gerekir. Yoksa çöplük kültürünün başkentine başkan olmak bilmediğimiz bir haz mı veriyor? Derseniz ki ‘onlar vatandaş’, sormak istiyorum onların dışındakiler ne? Kilimcinin kör oğlu mu?
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr