8,4 % Rekor Büyüme Kulağa Nasıl Geliyor?
Biraz inanılmaz geliyor değil mi? Elbette geçen seneki Covid daralması sonrasında birçok ülkede büyüme beklentileri yüksekçe. Ama 8,4% ? Hayli iddialı...
OECD'ye bakalım.. Türkiye'nin 2021 büyüme beklentisi için ne demiş? Eylül 2021 raporunda 8,4% demiş. G20 içindeki ülkelerden Çin'e 8,5 demiş, ardından biz geliyoruz. Avrupa ülkelerine ise açık ara fark atmışız.
Dünya Bankası'nın Haziran raporu daha mütevazı. 2021 için 5% büyüme öngörmüş.
IMF'ye bakıyoruz, Temmuz raporunda 5,8% büyüme öngörmüş.
Fitch'e bakalım, Fitch'lik yapmış mı? Haziran'da 6,3 demiş, Ağustos'ta 7,9'a çıkartmış, Eylül'de ise 9,2 ye çıkartmış. Son 10 yılın rekorunu bekliyor Fitch... Arkadaş, bunlar nasıl hesap yapıyor?
Benim en çok beğendiğim OECD'nin raporu oldu, oradan yürüyelim.
Bu oranlara bir senelik değil de 2020 dahil iki senelik bakarsak yine çok çarpıcı bir büyüme görüyoruz. Açık ara Avrupa liderliği zaten var, yine G20 içinde Çin ile ilk iki sırayı paylaşıyor gibi görünüyoruz. ( Zaten 2020 de sadece Türkiye ve Çin G20 de büyüyebildi).
Ekonomi madem çöküyor, bu oranlar nedir?
Sokaktaki vatandaş isyanda... Yazılı ve sosyal medyaya bakıyoruz, her gün ekonomi yönetimini tefe koyuyorlar.. Ekonomi uzmanlarının (!) beyanlarına bakıyoruz, Merkez Bankası başkanını bir Taksim'de asmadıkları kaldı.. Vay efendim enflasyon bu haldeyken faizi nasıl indirirmiş, reel faiz sözü vermişmiş, yaşanan felaket ekonomik tablo ile bu karar örtüşmüyormuş, dolar uçup kaçacakmış filan feşmekân.
Küresel ekonomi ajanslarına bakıyoruz, geçen sene büyümede Avrupa'daki 29 ülkenin 28 tanesini geçmişiz, Avrupa'nın büyük ekonomilerine büyüme oranında fark atmışız. Sadece İrlanda bizi geçmiş, onların da zaten ABD'nin teknoloji firmalarının ( bigtek dedikleri) Avrupa merkezi olmaları kaynaklı stratejik ve politik özel bir durumları var... Yani dışsal bir faktör mevcut. Türkiye için bu sene beklentiler o ki yine büyüme rekoru geliyor.. Yine Avrupa büyüme liderliği geliyor.. Peki kağıt üzerinde büyüme oranlarında görünen başarı ile sokaktaki vatandaşın haklı isyanı ve medyada yansıtılan başarısızlığı nasıl açıklayabiliriz?
Ekonomi iyi mi? kötü mü? karar verelim...
Durumu şöyle açıklarsak gerçeğe hayli yakın bir tablo oluşturabiliriz. Vatandaşlarımız hayat pahalılığı karşısında eziliyor. Daha da acı olanı ise yüksek işsizlik oranları yüzünden hiç gelir yaratamayan milyonlarca insan var. TL'nin değer kaybı sebebiyle vatandaşlarımız cep telefonu, bilgisayar, araba gibi az veya çok dövize endeksli ithal ürünleri almakta önceki dönemlere göre zorlanıyor ve kendilerini fakirleşmiş hissediyorlar. İlave olarak milyonlarca vatandaşımız temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük yaşıyor. Durum bu haldeyken kim ekonomi iyi diyebilir?
Ekonomide iyi giden bir alan varsa o da ihracata yönelik ve kısmen iç pazara yönelik yapılan üretim faaliyetleridir. Şu dönemde ihracatçılar çok iyi kazanıyorlar. İhracat hemen her ay Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırıyor. Yatırım yapabiliyorlar ve kayda değer miktarda yeni personel alımı yapıyorlar. Son iki senedir büyümenin dinamosu üretim ve ihracat oldu ve bu sağlıklı bir durum. Büyümenin sürdürülemez ve kırılganlık yaratan farklı yolları da var ancak içinde bulunduğumuz dönem sürdürülebilir sağlıklı ihracat ve üretim tabanlı büyüme dönemidir.
Peki şu içinden geçtiğimiz dönemde Türkiye'nin kalkınması ile ilgili yatırımlar nasıl gidiyor? Bir şeyler yapılabiliyor mu? Petrokimyadaki ithal ürünlerin ikamesi için önemli yatırımlar hem Aliağa'da hem Adana'da yapıldı ve yapılıyor. Nükleer Santral yapımı, şehir hastaneleri yapımı, demiryolları ile ilgili modernizasyon yatırımları, Çanakkale köprüsü, Çukurova havalimanı inşaatları devam ediyor. Savunma sanayimiz eskiden her sene başta ABD olmak üzere yurtdışına milyarlarca dolar akıtır ve hazır ekipmanlar alırdı. Son dönemde ise bu paralar yurtiçindeki sanayiye yönlendirilmiş durumda ve bugün itibariyle tersanelerimizde denizaltılar, savaş gemileri üretiliyor, birkaç tane havacılık projesi aynı anda yürütülüyor..
Yani hükümet bütçesi ile, eskiden olduğu gibi sadece memur maaşı ve dış borç ödemesi yapmıyor. Kamu ve özel sektörü ile yatırım da yapabilir durumda. İşte bu yatırımların ve güçlü ihracatın etkisini büyüme oranlarında görüyoruz ve Avrupa'ya göre olumlu ayrışıyoruz.
Türkiye bir yandan bu yatırımları yapmak zorunda, bir yandan memur maaşları, emekli maaşları, borç servisi vs. düzenli ödemelerini yapmak durumunda. Sorun şu ki Türkiye tüm bu ödemeleri kaldıracak kadar vergi toplayamıyor. Borçlanmaya kalksa, Türkiye'ye yabancı piyasalardan verilen faiz çok yüksek ve bu faizlerden borçlanmak büyük hata olur.
Türkiye neden yurtdışı piyasalardan yüksek faiz ile borçlanmak zorunda? Bu soruyu liberal finans profesörlerine sorduğunuzda alacağınız yanıt "çünkü Türkiye'nin riski çok yüksek" olacaktır. Faizin risk ölçüsü olduğu size söylenecektir. "Bak CDS artıyor yani iflas riski artıyor zaman faiz artar" denir. Bu yanlış değildir ancak eksiktir. Söylenmeyen faizin ilave olarak politik tavır da içerdiğidir. (Yunanistan'ın CDS'si 75, Türkiye'nin ki 430.. İflas riski mi demiştik? Hadi canım...) Belirli politik yöne yöneldiğinizde "politik tavır çarpanı" küçültülür, farklı yöne bakarsanız artırılır. Bu dinamiğin sonucu olarak Türkiye'nin yurtdışı borçlanma kanallarını mümkün olduğunca az kullanması veya kendi uygun gördüğü düşük faizi dayatarak kullanması yerinde olur. Mevcut politik konjonktürde yurtdışı borçlanma işi sıfıra yakın tutulmalıdır.
Enflasyon sahnede
Zorunlu harcamalar yüksek, vergi yeterince toplanamıyor, yurtdışı borçlanmak istemiyoruz, ne olacak?
Bu noktada günü kurtaran fenomenin ismi enflasyondur. Enflasyonun en temel tanımı fiyat artışıdır. Bizim vaziyeti daha iyi anlamamız için ise enflasyona bir "vergi türü" olarak bakmamız daha uygun olur. Enflasyon ile işte bu vergi açığımızı kapatacak ilave vergilendirmeyi yapıyoruz. Hükümet, genelde merkez bankası politikaları üzerinden enflasyonist bir politika uyguluyor, faizler baskılanıyor, TL'nin değeri düşük tutuluyor, ithalat baskılanıyor, ihracat pompalanıyor, hazinenin önemli miktarda borcunun maliyeti azalıyor, vatandaşın alım gücü düşüyor ve sonucunda gerekli yatırımlar ve ödemeler yapılabiliyor. Yani vatandaşın reel gelirini hükümet enflasyon ile azaltarak yatırımları ve bütçe ödemelerini finanse ediyor.
Bu fenomende isyan edilecek bir durum var mı? Politikacılar bu parayı ceplerine atmıyor ki... Ne yapsınlar? Denizaltı projesini mi iptal edelim? Havacılık projelerini mi iptal edelim? Bunlar ulusal güvenlik projeleri. Emekli maaşını mı azaltalım? İsyan çıkar. Rusya'dan gaz mı almayalım? Kış nasıl geçecek? Yurtdışından fahiş oranlar ile borçlanma mı yapalım? Böylece bugün yapmadığımız fedakarlığı bir sonraki nesil katmerli olarak yapmak zorunda kalsın.. Bu enflasyon, mevcut şartlarda oluşması gerektiği için oluşuyor. Bu yapılan yatırımlar, harcamalar kimin cebinden çıkacak? Marslılar mı ödeyecek? Marslıları vergiye bağlayabiliyorsak yapalım... Ama böyle bir imkan yok. Bizim vatandaşımız ödeyecek. İster akaryakıt vergisi olarak öder ister gelir vergisi veya kurumlar vergisi üzerinden öder ister enflasyon üzerinden öder..
Bu yazıyı AKP'nin ekonomi politikalarını savunmak için yazmıyorum. AKP hem ekonomide hem dış politikada büyük hatalar içinde. Ancak vatandaşımızın enflasyona karşı bakışının değişmesini önemsemeliyiz. Bazı vatandaşlarımız, enflasyonu mutlak olarak ülkeyi fakirleştirici ve ekonomiyi küçültücü bir fenomen olarak algılar ancak bu yanlıştır. Enflasyon vatandaşın gelirini eritir, alım gücünü eritir, fakirleştirir, gelir adaletsizliğini artırır, ülkede hesap kitap yapmayı zorlaştırır, projeleri geciktirir ve aksatır. Bunlar doğrudur.. Ancak Enflasyon tek başına ( kaynağına bağlı) ülkeyi fakirleştirmez, büyümeyi azaltmaz. Enflasyonist ortamda ülkeyi büyütmek, zenginleştirmek, kalkındırmak mümkündür ve bugün Türkiye'de bu yaşanmaktadır. Nüansa dikkatinizi çekmek isterim. Halk fakirleşiyor, devlet ise yatırım yapıyor, kalkınıyor. Neden? Çünkü bu bir vergi. Vergiler böyle yapar. (en azından kısa vadede)
Enflasyon iyi bir vergi midir?
Hayır kötü bir vergidir. Biraz hükümetin beceriksizliğini gösterir. Enflasyon tüm vatandaşlardan alınan bir vergidir. Sütun fiyatı 4 TL den 5 TL ye enflasyondan ötürü çıktığında düşük gelirli kesim bu artıştan en çok etkilenir. Zengin kesimler bu artıştan daha az etkilenir. Oysa iyi bir vergi politikasında zenginden çok fakirden az almak gerekir. Bu becerilemeyince enflasyon ile TL bazlı geliri olan herkesin gelirinden zorunlu kesinti yapılır.
Enflasyon yaratmadan bu dönemi atlatamaz mıydık?
Atlatabilirdik. Misal Katar veya Norveç gibi zengin ülkelerden her ay birkaç milyar dolar yatırım gelse ve bu paralar yeni fabrika yatırımlarına dönüşebilse idi enflasyon daha düşük olurdu ve hükümet aynı yatırım ve harcamalarını yapabilirdi. Veya Türkiye yerleşikleri yurtdışına daha az para çıkarsalar aynı etki olabilirdi. Veya Türkiye'de dolarizasyon daha az seviyede olsa veya turizm geliri daha yüksek olsa aynı etki olabilirdi.
Daha Kötü Olabilirdi
Vatandaşlarımıza hükümet şu mesajı vermelidir. Enflasyonist politika yerine yüksek faiz veya dış borçlanma seçilmiş olsa çok daha kötü duruma girerdik. Bugün uygulanan ekonomik model popülist bir model değildir. Acı reçete modelidir. Ekonomi yönetimi, büyümeyi, kalkınmayı ve uzun dönemli refahı önceliklendirmiş ve popülist baskılara karşı (nispeten) doğru bir seçim yapmıştır. Faizler artsa idi ve TL değerlense idi halkımız daha kolay şekilde cep telefonu modelini yükseltebilecek, arabasını yenileyebilecekti, doğrudur ancak dış ticaret açığımız artacaktı ve ülke bu kadar yatırımı ve kalkınma projesini yapamıyor olacaktı. Yapılan yatırımların önemli bölümünün ise ulusal güvenliğimize karşı oluşan tehditlere karşı yapılan savunma projeleri olduğunun ve pek de alternatiflerinin olmadığının altını çizmeliyiz.
Böyle Gider mi?
Gitmez elbette. İki sebepten dolayı gitmez. İlk sebep, en geç bir sene sonra popülist seçim politikaları başlayacaktır. İkinci sebep ise zaten enflasyon ile ekonomik dengelenme yaşanacak ve tekrar alım gücü artacaktır. Açalım:
Seçim konusu malum. AKP döneminde her seçim öncesinde "popülist seçim vaatleri yapılmayacaktır" denir ancak hazinenin ödeme imkanlarının çok ötesinde seçim vaatleri havalarda uçuşur. Seçim öncesi asgari ücret artışı konusunda partiler birbirleri ile yarışırlar.. Ben 3 vereceğim, ben 5 vereceğim, o zaman ben 7'ye çıkardım.... Emekli maaşı memur maaşı artışları konusunda aynı durum yaşanır. Esnafa, firmalara düşük faiz ile bol bol paraların dağıtılacağı sözleri verilir.. Vergi afları yapılır, imar afları yapılır, devlet kadroları şişirilir, bazen genel aflar çıkartılır... Salla babam salla.. Stratosfere kadar çıkılır..
Stratosferde hava nasıldır?
Ancak Stratosferde hava soğuktur.. Don yapar. Düşüş fena olur.
Seçimler geçer. Söz namustur, mecburen olmayan paralar ile zamlar yapılır. Parası hükümetin cebinden çıkmayan asgari ücret zammı özel sektöre dayatılır ama mecburen özel sektöre de bu zammı yapabilmesi için ilave kaynak aktarılır.. Helikopter ile paralar dağıtılır...Vaat edilen paraların ödenebilmesi için faiz oranına bakılmaksızın ne borç alınabilirse alınır.. Elbette bu dönemi keyifle bekleyen yabancı bankerlerden fahiş faiz oranlarından borçlanma yapılır. O dönemde zaten enflasyonmuş, faizlermiş, artsın mı? insin mi? tartışması aşılmıştır, faizler de enflasyon da kopar gider... Tüm yatırımlar mecburen durur. Vatandaş önce bir süre piyasaya pompalanan paralar ile rahatlar, telefonunu değiştirir, sonra faturayı ödemeye başlar. Bu dönemde, talebin hızlı artışına bağlı farklı tipte enflasyon da oluşur.
En acı tablo işsizlik rakamlarında görülür. Bu popülist vaatlerin işsizlikte oluşturacağı sonuçlar biline biline bu vaatler yapılır.
Bunu tekrar yaşayacak mıyız? Elbette yaşayacağız ve bugün yapılan birçok fedakarlık o dönem ziyan edilecek.
Seçimi şimdilik boş verelim. Varsayalım bugün uygulanan ekonomik politikayı seçimsiz ortamda devam ettirebileceğiz. Bunun sonucunda enflasyon problemi ortadan kalkar mı? Evet kalkar. Çünkü bugün enflasyon ile yani fiyat artışları ile bir dengelenme sürecindeyiz. Ne dengeleniyor? Dış ticaret açığı dengeleniyor. Bu dengelendikten sonra ve fazla vermeye başladıktan sonra TL büyük oranda stabil kalabilecek ve enflasyon yaratmaya ihtiyaç kalmayacak. Agresif büyüme ve yatırım politikaları politik tercihtir seçilebilir ancak bugünkü kadar mecbur kalmayacağız. Dış ticaret fazlası bize yeni mali imkanlar sağlayacak.
Bugünkü durum, vatandaşın alım gücünün dip olduğu noktaya yakındır. Anormal gelişmeler olmaz ise, mevcut ekonomi politikası sonucunda Türkiye'nin üretim kasları artacaktır, yeni yatırımların tamamlanması ile dış ticaret fazlası vermeye başlayacağız, enflasyon düşecektir ve vatandaşın alım gücünü artıracak kaynakları hükümet tahsis edebilecektir.
Daha iyi yapabilir miydik?
Öncelikle hükümetin seçtiği ekonomik politikayı halka daha iyi anlatabilmesi gerekirdi. Bu mesaj doğru verilemedi. Çelişen söylemler kullanıldı ve beklentiler yönetilemedi. Verilmesi gereken mesaj, bir fedakarlık döneminden geçildiği, Avrupa ile aradaki gelir üretme farkının kapandığı ve enflasyon dahil bu fedakarlıkların geçici bir dönem olduğu mesajıydı. Yüksek faiz ile borçlanma politikasının özellikle uygulanmadığı vurgulanmalıydı. Dış ticaret açığının kapatılması ve fazla verilmesinin temel politika olarak hedeflendiğinin açıklanması gerekirdi. Bu mesajlar verilmediği için vatandaş alım gücünün eridiğinin ve fakirleştiğinin farkında ancak geleceği göremiyor. Geleceğini kimi yurtdışında kimi Biden tayfasının ekonomi programında arıyor.
Oysa Biden tayfası iktidara gelirse bugünkü fedakarlıkların bir anlamı kalmayacak. Değerli TL, ithalata ve dış borca dayalı ekonomi modeline geçilecek. Elbette Biden tayfasının dış bağlantıları, Türkiye'ye milyarlarca dolar sıcak para akıtacak, bundan kimsenin şüphesi yok, bu paralar da vatandaşımızın alım gücünde geçici bir artış yaşatacak. Ancak bu paralar Türkiye'nin üretim kaslarını geliştirmesi için değil, ithal ürünleri alabileceği kredilerin verilmesinde kullanılacak. İlave olarak tüm savunma sanayi yatırımları duracak. Bonus olarak ise sınırdaş ülkelerimizde harita değişiklikleri olacak.
Merkez Bankası hedefi
Gelişmiş Batılı ülkelerde uygulanan ve liberal finansçıların bizim gibi ülkeler için de uygulanmasını önerdiği merkez bankacılık modelinde, hedef "fiyat istikrarı" dır. (Yani sıfır enflasyon veya düşük seviyeli enflasyon). Bunun yanına başka hedeflerde konabilir ancak model zaten tek hedefin tam olarak diğer yan hedefler pahasına uygulanabilirliğini savunur. Yani Merkez Bankalarında hem fiyat istikrarı, hem yüksek büyüme, hem düşük faiz gibi çoklu hedefler verilemez. Fiyat istikrarı seçilirse bu tam olarak sağlanabilir, bunun için faizler ile oynanır ve sonucunda az veya çok bir büyüme ortaya çıkar. Hızlı büyüme hedeflenir ise fiyat istikrarı kontrol edilemeyebilir. Bizim gibi ülkelerde ise merkez bankaları fiyat istikrarını hedefliyormuş gibi yapar ama hükümet telkini ile büyüme de her zaman önceliklenir ve fiyat istikrarından fedakarlık edilir.
Fiyat istikrarı önemlidir ve hedeflenmelidir ancak özellikle ekonomilerin yapısal dönüşüm geçirdiği dönemlerde yeni denge noktasına gelinene kadar gevşetilebilir. Türkiye'nin ekonomik önceliği tavizsiz olarak düşük işsizlik, yüksek üretim seviyesi ve dış ticaret fazlası olmalıdır. Bu hedefe ilerlemek için bugün için gerekli taktik ise değersiz TL ve uyumlu şekilde mümkün olduğunca düşük faiz seviyesidir.
İçinde olduğumuz ekonomik dönüşüm döneminde ihmal edilen kritik önemdeki konu, halkın alım gücünün azalmasına karşı yetersiz kalan sosyal desteklerdir. Başta gıda olmak üzere, tüm vatandaşlar için barınma, ısınma, telekom, ulaşım gibi temel ihtiyaçların konforlu seviyede yerli ürün ve servisler ile karşılanabileceği sosyal transfer programının devreye alınması gereklidir. Kendi vatandaşlarımızın yanında ülkemizdeki göçmenlerin de temel ihtiyaçları tam olarak karşılanmalıdır.
Kısa dönemde mevcut durumu iyileştirici neler yapılabilir?
1) Halk partisinin tabanını oluşturan Kemalist yoldaşlarımızın ellerine sülük ilacı alıp üst katlara çıkmaları faydalı olacaktır. Seçimlere Halk Partisi'nin Atlantik ötesinin değil kendi tabanının desteği ile girmesi gerekir.
2) Ekonomi yönetiminin işsiz ve dar gelirli kesimlerin alım gücünü artırıcı sosyal destekleri artırması gerekir.
3) Hükümetin ekonomik programı halka daha iyi anlatabilmesi gerekir. "Ekonomi çok iyi" söyleminden kaçınılmalıdır. "Ekonomide büyük fedakarlık yapılıyor ve karşılığı alınıyor" mesajı verilmelidir.
4) Ekonominin dinamosu akılcı dış politika ile yapılan ticaret anlaşmaları ve komşular ile ticarettir. Suriye başta olmak üzere dış politikada yapılan hatalardan derhal dönülmeli ve Suriye ve tüm komşular ile dostluğu ve ticareti artıracak politikalar devreye alınmalıdır. Bu yapılmaz ise Suriye konusundaki politika seçiminde referanduma gidilebilir.
5) Çin ile ilişkiler hızla geliştirilmelidir. Çin ile sosyal ve ekonomik ilişkilerin artırılması için gerekli program hazırlanmalıdır.
6) Enflasyon vergisini daha adil vergilere ( veya kamu geliri diyelim) dönüştürebilmeliyiz. Nispeten makul olan şu vergiler devreye alınabilir:
6-1) Veraset vergisi daha sert uygulanmalı, kaçınma yolları azaltılmalı. Milyarder bir yurttaşımız vefat ettiğinde, şirket hisseleri, arsaları, yurtdışı varlıklar hepsinden makul miktarda hazineye veraset vergisi intikal etmeli.
6-2) İnternet üzerinden yapılan alışverişlere ( ürün, servis, yemek vs.) ilave vergi getirilmeli. (Merkezi yerleşim yeri dışarısı için ve eğitim, sağlık gibi kategoriler için istisna uygulanabilir)
6-3) Büyük yabancı teknoloji firmaları ( bigtek) daha çok vergilendirilmeli.
6-4) Kesilen trafik cezalarının uygulaması genişletilmeli. Misal hız cezası çok kesiliyor ancak hatalı park cezası, yol geçişini tıkama cezası, kırmızı ışık ihlali cezası, yaya geçidi ihlalleri vs. çok az ceza kesiliyor. Oysa gerçekten trafik ve park sorununu azaltacak cezalar bu kesmediklerimiz. Bu ceza kesme işinde belediyelere daha çok yetki ve sorumluluk verilmeli.
6-5) Telekom servisleri üzerindeki vergi azaltılmalıdır. (En azından temel ihtiyaç kapsamındaki kullanım seviyesinin vergisi)
6-6) Türkiye'de ikamet eden yabancı uyruklu vatandaşların yurtdışı gelirleri vergilendirilmelidir. Yurtdışında ikamet eden ama Türkiye'den gelir kazanan yerli ve yabancı kişilerin de Türkiye'de gelir vergisi ödemesi sağlanmalıdır. Bunlar için gerekli ekonomik istihbarat ağları kurulmalıdır.
6-7) Başta futbol takımları olmak üzere spor takımlarında oynayan yerli ve yabancıların tüm diğer meslek çalışanları ile aynı seviyede vergi ödemeleri sağlanmalıdır. Türk futbolunun kötü seviyede olmasının sebebi yerli ve yabancı futbolculara uygulanan düşük vergi oranı değildir.
6-7) İstanbul başta olmak üzere uzun dönemde boş tutulan ( kiralanmayan veya kullanılmayan) evlere, dairelere ilave vergi uygulanmalıdır.
6-8) Asgari ücret ve civarındaki ücret seviyelerinde hem işveren, hem işçiden yapılan kesintiler minimum seviyeye indirilmelidir.
7) Yerel, genel, başkanlık seçimlerinde aşırı popülist vaatlerin kısıtlanmasını sağlayacak kanun çıkartılmalıdır. ( Rakam vererek asgari ücret, memur, emekli vs. maaş zammı vs. sözü verilememeli. Yuvarlak laflara izin verilmeli ( Makul artış yapacağız, enflasyona ezdirmeyeceğiz vs.) Vergi affı, genel af, imar affı vs. seçim dönemlerinde söz verilememeli.)
8) Hükümetin yabancı para cinsinden dış borçlanmasına kısıtlama getirilmelidir. Libor vs. belirli faiz oranlarına endeksli makul faiz oranları belirlenmelidir ve bunun üzerindeki faiz oranlarından dış borç alınması engellenmelidir. Bunun ötesindeki borçlanma için TBMM'den nitelikli çoğunluk onayı alınmalıdır (Misal 70%) veya referanduma gidilmelidir.