Bu nasıl bir zihniyet?
Yıllarca kumarhane ekonomisinin nimetlerinden faydalanıp, yabancılara milyarlarca dolar para kazandırdılar. Gelen paraları ekonomik başarı zannedip, ülkeyi üretemez, halkı da borç batağına saplanmış hale düşürdüler.
Sonra bir gün para kesilince, faiz lobisi söylemiyle başlayan, bugün ‘herkes bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor’ avuntusuyla devam eden noktaya geldiler. Üretim ekonomisi demeye, babayiğit aramaya, kapasitesini dolduramayan, mal satamayan, parasını tahsil edemeyen insanlara zorla yatırıp yaptırmaya kalktılar.
Ne yazık ki yıllarca bu özlemle yanan bazılarımız da büyük bir saflık içerisinde, bu ekonomi yönetiminin ders aldığına ve üretim ekonomisine geçiş niyeti taşıdığına inandılar. Oysa yıllarca el parasıyla oya tahvil edilen başarılı ekonomi söylemi ne kadar hatalıysa, ders alındığı da o kadar gerçek dışıydı.
Halen istatistik peşinde koşan bir Başbakan Yardımcımız, büyüme ile şişmeyi karıştıran bir ekonomi kurmay heyetimiz, nedenlerin değil sonuçların peşinde koşan, onu da çarpıtarak kamuoyuyla paylaşan bir başdanışman kadromuz var.
İş o kadar büyük bir özür dilemeye döndü ki, birinci ağızdan şehirlerin katledilmesinden, bankaların ağına düşmeye kadar her şeyden özür dilenir olundu. Fakat bugün itibariyle bir şey değişti mi derseniz, ne yazık ki hayır.
Gerçekle yüzleşemeyenlerin, bundan ders almayanların, ülkede tekrar bir üretim seferberliği başlatması çok zor. Çünkü meseleye bakış açıları çarpık. Bunu anlatan iki önemli örnek paylaşacağım sizlerle.
Birincisi Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi’nin ithalat konusundaki değerlendirmesi. ‘Aradaki dış ticaret açığını, reel sektörün sıkıntılarını, ekonominin katma değer üretmeyen yapısını boşverin’ demediğine dua ediyorum.
Tüfenkçi’ye göre patlayan cari açık gölgesinde, ithalatın yapısına sevinmemiz gerekiyormuş. Neden? Çünkü ihracatın yüzde 14, ithalatın yüzde 21 arttığı kasım ayı verilerinde batışı görmek yerine, ithal edilen malzemeye bakmalıymışız.
Sevinmeliymişiz ki, ithalatın önemli bir bölümünü ara malı ve hammadde oluşturuyormuş. Zaten bütün sorun da bu değil mi? Üretmek için mal ithal etmek zorundaysanız, buradan ne katma değer çıkar, ne istihdam, ne de gerçek bir kalkınma…
İkinci örnek de kamu lojmanlarının satışının önünü açan düzenleme. Bunları satıp, inşaat sektörü için ucuz arazi yaratılacakmış. Torba yasayla çıkan bu düzenleme büyük bir fırsatmış. Nerede kaldı ‘beton, beton, beton’ söylemi ve stokları şişirerek toprağa gömülen ve üreticiye yönlendirilemeyen milyon dolarlar gerçeği?
Türkiye’nin sorunları var mı? Var… Belli prensipler içinde, doğru bir yaklaşımla çözüm rotasına girebilir mi? Girebilir. Bunun için elbette bir fatura ödemek gerekiyor. Ama en azından yanlış rotada gitmekten vazgeçilebilir. Lakin onlarcasını bulabileceğim, ama son yaşanan bu iki örnek bile bize sorunun zihniyette ve yaklaşımda olduğunu gösteriyor. Nietzsche ne diyor? “Bir kere yanlış trene bindiyseniz, koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur.
Bu yapıyla da sadece biraz daha elde avuçta olanı satar; elin malını alıp, ele mal sattığımızı zannederiz. Çünkü sorun zihniyette… Görülüyor ki problem, Einstein’in şu sözünde gizli: “Hiçbir sorun, onu yaratan bilinç seviyesiyle çözülemez.”
Çetin Ünsalan
ulusal.com.tr