Resesyon söylemi keskinleşti
Dünya ekonomisinde son dönemde çokça dile getirilen, korumacılığı arttıran, paranın maliyetini yükselten resesyon daha çok telaffuz edilir oldu. Kimileri dünyada asla bir daralma olmayacağına inansa da, temenni gerçeği değiştirmiyor.
Kelimeye tam hakim olmayanlar için belirteyim ki resesyon durgunluk demektir. Bunun uzun süreli olması da ekonomik çöküş anlamına gelir. Dünyada en çok bundan korkuluyor. Hatta diyebilirim ki son dönemde yapılan atılımlar, manevralar tamamen bunun etkilerinden korunmak için ülkelerin ortaya koyduğu tavırlardır.
Şimdi de JPMorgan analistleri olası bir resesyonda hangi para birimlerine yatırım yapmak gerektiğini belirten bir rapor hazırlamışlar. Bakın, bazı ifadeleri doğru okumak gerekir. Bir kere ‘olası’ ibaresini kullanıyorlarsa, anlayın ki o olasılık zannedilenden çok daha fazla yakınlaşmış demektir.
Hatta önemli müşterileri için çoktan bu pozisyon alınmış, arkadan gelecekleri de trene bindirmek ve kazancı arttırmak için ortam sağlanıyor anlamına gelir. Peki bu terse dönebilir mi? Bir ülke tahvili ya da hisse ya da altın gibi bir değer cinsinden bunu yapmak mümkün.
Lakin söz konusu olan resesyon gibi son derece ciddi sonuçları olacak bir başlıksa, dünya siyaseti bunu engellemeye yönelik söylemler geliştiriyor; lakin problemin yaşanmasını önleyecek bir ortam oluşturulmuyorsa, bunu günlük bir vurgun olarak değil, kendi zararlarını azaltacak bir manevra olarak değerlendirmek lazım gelir.
Peki biz devir teslim törenlerini büyük bir akıl tutulması içinde izlerken, dünyanın konuştuğu bu resesyon neden umurumuzda değil? Çünkü biz dünyanın en güçlü (!) ekonomisiyiz. Tüm dünya bizim peşimizden koşuyor ve hatta kıskanıyor.
Elbette kargaları bile güldürecek bir yaklaşım, ne yazık ki büyük bir kitle, hatta yönetim kademesinde bile kabul gören bir kavram. Oysa resesyon ne demek biraz açalım.
Dünya ekonomisindeki bu daralma, öncelikle başta ihracat pazarlarında zorlanmamıza neden olur. Bununla birlikte üretim yapmak için kullandığımız girdi maliyetlerinin bedelinin artması sonucunu getirir.
İhtiyacımız olan dolar miktarını, ki rapora göre ABD doları da değeri artacak birimlerden biri, TL bazında maliyetlendirir. İhtiyacımızın şiddetini yükseltir. Bununla bağlantılı olarak yurtdışında paranın maliyetinin artması, içte de muhtemel bozulacak ödemeler dengesi bankacılık sektörünün dengelerini daha da bozar.
Nitekim yine 700 kişiye yakın çalışanın bankacılık sektöründe işten çıkarılacağının konuşuluyor olması, bunun da bir ön göstergesi sayılabilir. Bu işten çıkarmalar reel sektöre de yansır ve işsizlik bir numaralı sorunumuz olarak kronikleşir.
Zaten dünyada ülkelerin de bu riski taşıması nedeniyle, parayla beraber üretim firmalarını geri çağırmasındaki temel yaklaşımın nedenini bu oluşturur. Şüphesiz tüm bunlar bizi etkilemeyecek gibi davranabilirsiniz. Sonucu değiştirir mi; hayır...
Süreç, akılcı yönetime muhtaç bir hal alma ihtiyacını hızla yükseltiyor. Buna karşılık düğün dernek tadında, boş avuntular ve sahte kahramanlıklarla vakit kaybetmek istiyorsanız, bu da bir tercihtir.
Sadece devir teslim töreninde bile iki kutuptan da temsilci olmaması dikkatle okunması gereken, yalnızlaşan Türkiye’nin fotoğrafıdır. 22 devlet başkanı diye yere göğe sığdırılmayan katılımcılar arasında, dünya ekopolitiğini etkileyecek tek bir isim yok. Belki Medvedev diyenler olacaktır. Ama o da Rusya’nın batıya kayan yüzü olduğu için, kutup çatışması içinde ortaya karışık bir görüntüye sahip.
İşte bu üzerinde uzun uzun düşünülecek, kompleks yapmadan analiz edilecek ve buna göre netleşen bir politika geliştirmeyi zorunlu kılacak bir fotoğraftır. Yok bunlar ilginizi çekmiyorsa; iyi bayramlar Türkiyem...
Çetin Ünsalan
ulusal.com.tr