Araplar'a kim emlak satıyor
Sıkışan Türkiye, yaptığı binaları Araplar’a satarak çıkış yolu arıyor. Bu yolla yine para getirmenin peşine düşmüş vaziyette. Fakat bunu bile ‘özelleştirme’de yaptığı hatalara benzer bir şekilde hayata geçiriyor.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde arazi satın alamazsınız; üst kullanım hakkı elde edersiniz. Fakat dün borcunu ödemek için tesis satanlar, bugün de toprağıyla birlikte diktikleri binayı satmanın hesabını yapıyorlar.
Gayrimenkul sektörü bu konuya çok odaklanmış vaziyette ve umudu Araplar’a bağladıkları beyanatlarından da, Fransa’da gerçekleşen MIPIM Fuarı’ndaki aktivitelerden de, pazarlama faaliyetlerinden de anlaşılıyor.
Gerekçe şu: Türkiye’nin sıcak paraya ihtiyacı var ve artık batıdan gelecek tek kuruş yok. Gelse bile işe yaramayacak kadar çok maliyetli… Umudumuzu da Araplar’dan geleceği umulan paraya bağlamış durumdayız. Sadece bu tavır bile hiç akıllanmadığımızı gösteriyor. Onu ayrıca ele alalım ama önce tavır buysa, mevcut mantığın çelişkisini ortaya koyalım.
Kritik soru şu: Biz Araplar’a ne satmaya çalışıyoruz? Lüks gayrimenkul ürünleri… Peki bu binaları nasıl yapıyoruz? Öz sermaye ile yapılmadığı açık. Finansman bankacılık vasıtasıyla sunulan ya da direkt dışarıdan alınan kredilerle sağlanıyor.
Binayı yaptık; sonra da gelen Arap’a sattık. Para mı kazandık? Hayır; o gelen paradan komisyonumuzu alıp; borcumuzu ödedik. Bankacılığın kredilendirme finansmanının sendikasyona bağlı olduğunu düşünseniz de, direkt yabancı borçlanma olduğu gerçeğini ortaya koysanız da para dışarının.
Bu durumda batıdan alınan borçla yaptığımızı, Araplar’a satmayı başarırsak ortaya çıkan fotoğraf taşeronluk değil mi? Sattığınız toprak da cabası… Yani aslında Araplar’a sizin toprağınızı bonus edip, batılı kreditörler emlak satıyor. Bu kadar basit…
Peki bu paradan vaz mı geçelim? Gelelim işin neden akıllanmadığımız tarafına… Madem Araplar’ın parası var ve burada yatırım yapmak istiyorlar; petrol kaynakları sonrası açmazları iyi anlatılarak; onları üretimin içine çekelim. Doğru projeler hazırlayarak Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım haline dönüştürelim.
Hem firmalarımızın sermaye bakımından güçlenmesi, ortaklıklar kurması; hem de siyasetin ekonomik birlikteliklerle aşılmasını sağlayabiliriz. Bugün büyük zorluklar yaşadığımız, önümüzdeki süreçte daha da yaşayacağımız Arap Yarımadası ve Ortadoğu’da kalıcı ihracatçı olmak istiyorsak; Arap’a emlak satmak yerine, ortaklık teklif edelim.
Bu yolla hem paralarını ülkeye çekmiş, hem gayri resmi para girişinden kurtulmuş, hem finansman sorunumuzu halletmiş, hem pazarlarda kalıcılığımızı garantilemiş; hem ar-ge yapıp, katma değerli ürünler imal etmek için para ve zaman bulmuş olacağız.
Fakat biz ne yapıyoruz? Batının parasıyla doğuya mal satıp, toprağımızı da hediye edip, içinden komisyon almaya çalışıyoruz. Bu taşeroncu kafayı bir türlü aşamadık. Araplar’a emlak satmaktan vazgeçip ortak etmeye çalışmalıyız. Çünkü petrol sonrası onlar da ne yapacaklarını bilmiyorlar; bunu anlatırsak ikna edebiliriz.
Tüm bu gerçeğe karşın bizdeki kafa değişmiyor. Tıpkı 2 binli yıllara damga vuran dünyada para bolluğunu ortamında, ülkeyi üretimle kalkındırma fırsatı varken, borçlandırma belasına bulaştırdığımız gibi, bugün de sırf para bulabilmek uğruna bir taraftan aldığımız borçla, diğer tarafa mal satmaya uğraşıyoruz.
Sonuç mu? Türkiye atılım yapmak için dünyada paranın genişlediği bir dönemi, belki de 100 yıllık bir fırsatı kaçırıp, büyük belalara bulaştıysa, aynı kafayla yarın da elde ne var ne yok satmış; ama halen borçlu insanlar olmaya devam ederiz.
Sağlamasını görmek istiyorsanız; pazartesi yani bugün Avrupa’da liderleri olağanüstü toplanmaya zorunlu bırakan Yunanistan’a bakın. Aynı kafanın sonuçları orada; bu yaklaşımla filmin sonunda yaşayacaklarımızın ise hiçbir farkı yok. Yunanistan’ı gösterip kendisini başarılı olarak anlatanlara ithaf olunur.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr