Abdullah Gürgün
Abdullah Gürgün 4. Kuvvet

Bizim ekselansların halleri

1960’lı yıllarda, “baba parasıyla okunmaz” diye bir takıntımız vardı. Lise yıllarımdan beri hem çalışmak hem okumak istiyordum. 1969 yılında bizimkiler okumaya gönderdiler İstanbul’a, ben Yeşilçam diye bir gazeteye muhabir oldum. Sözde hem çalışıp hem okuyacağım… Maaş falan yok. Reklam alırsak kırışacağız. Bir yandan devrimcilik yaparken öte yandan artistlerin peşinden bar, pavyon, lokanta, gece kulübü dolaşıyoruz. Daha sonra edebiyat ağırlıklı ABC Gazetesi’nde aynı şey... Geçimimizi sağlayamıyoruz. Okumuyoruz da... Erdem’in mektubu can simidi oldu.

Terzi arkadaşım Erdem Özdiş, benden önce gelmiş çalışmaya başlamıştı Viyana’da. Kısa bir süre sonra bana bir mektup yazmıştı: “Burada hem çalışırsın hem okursun, atla gel”. Arayıp bulamadığım bir macera. 1970 yılı sonunda vedalaştım evle, atladım kara trene, ver elini Avusturya. Valsler kenti Viyana’ya 1971 başında vardım. Arkadaşım Erdem beni daha önce gelmiş olan üç Aydınlıkçı arkadaşla tanıştırdı. Aradan iki ay geçmedi, GÜM diye Amerikancı faşist 12 Mart darbesi indi kafamıza…

Gece yarıları soğuk karlı Viyana sokaklarında fırtına gibi esiyoruz. Her yeri afişliyoruz. Gündüzleri üniversite önünde, kalabalık caddelerde bildiri dağıtıyoruz.

Bu arada beni Viyana Türk Öğrenci Derneği’nin sekreteri yaptılar. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda büyükelçiliğe davet edildik. O zamanlar her nedense kanına susamış olduğumuz Amerika’ya karşı mücadele ederken Amerikan ordu parkası,

Amerikan kovboyların blue jean pantolonu ve potin giyerdik sanki devrimci üniformaymış gibi. Ve ben bu kıyafetle gittim büyükelçiliğin Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna… Darbeyi protesto ettim sözde…

O sırada Viyana büyükelçisi Hüveyda Mayatepek idi. Babası, Atatürk tarafından Maya diliyle Türkçenin benzerliklerini incelemek üzere Meksika’ya gönderilen Diplomat Tahsin Mayatepek, Kayınpederi de Enver Paşa olan büyükelçi hiç bozuntuya vermedi ama bir daha da çağrılmadım. Artık kara listedeydim. Keşke şık gitseydim, dostluğunu kazanıp babasının araştırmalarını dinleseydim.

1974’te İsveç’e göçtüm. Gene solculuk etkinliklerinin en önündeyim. Derken 1980, 12 Eylül darbesi… Olmadı baştan, biz gene afişler, bildiriler, toplantılar… Biz memleket için mücadele ediyoruz ama muhbir vatandaşların ve büyükelçiliğin gözünde vatan hainiyiz.

1978 yılında Aydınlık gazetesi günlük oldu ve ben İsveç Dışişleri Bakanlığına kaydı yapılmış (akredite olmuş) temsilcisiyim ama büyükelçilik ne Aydınlık’ı ne de temsilcisini tanıyor. İsveç Radyo Televizyonu’nda çalışmaya başladım. Bazı gazeteci arkadaşlarımız pek seviliyorlar, olur olmaz büyükelçiliğe davet ediliyorlar. Bazıları ise izleniyor. Sadece biz tanınmamış olanlar olsa neyse, Lütfi Özkök, Güneş Karabuda, İlhan Koman ve başka pekçok İsveç toplumu tarafından tanınan ve saygı gören ilerici Türk gazeteci, yazar, kültür insanı yok sayılıyordu.

İsveç Radyo ve Televizyonu bizim büyükelçiliğe yakındı. Hiç unutmam, bir keresinde, bir 29 Ekim akşamı radyodan çıktım, merak ettim, “büyükelçiliğin önünden geçip bir bakayım, neler oluyor” diyerek yürüdüm. Büyükelçilik binası yakınlarında karşımdan İlhan Abi (Koman) geliyordu. Hoş beş, hal hatır… Dalgasını geçerek ama hüzünlü bir sesle konuştu: “Cumhuriyet Bayramı’nda memleketi ziyaret edeyim dedim”… Bayramlaştık…

Büyükelçilik Türk gazetecileri kendi, güdümüne almak da isterdi. Beğenmedikleri bir haber yaptınız mı tüm kapılar yüzünüze kapanırdı. Daha beteri de olurdu. Bir meslektaşımızın yaptığı muhalif konuşma Merzifon Savcılığı’ndan çıktı. Arkadaşımız vatandaşlıktan atıldı. Adam fişleme en önemli görevdi.

Benim yaptığım bazı programlar İsveç Radyo ve Televizyonu’ndaki şeflerime şikayet edildi. Allahtan şefler yüz vermediler. “Burada inceleme kurulları var, yasa gereği buralara şikayette bulunabilirsiniz. Bir hata varsa gereği yapılır” deyip kestirip atmışlardı…

Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk’ün gelini büyükelçimiz Zergün Korutürk’ün yaptığı da pek zoruma gitmişti. İsveç parlamentosu 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etme kararı aldıktan sonra biz her yıl bunu protesto etmeye başladık. Zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hiç başka gün kalmamış gibi tam bizim protesto gösterisi yapacağımız, karar yıldönümü günü iki yüz iş insanı, bir Süryani papazı ve davulcu Okay Temiz ile Stockholm’e geldi. Yani bir tek Mehter takımı eksikti. Büyükelçilik tüm derneklere haber saldı: Protestoya katılmayın, cumhurbaşkanının geçeceği yollara dizilip alkışlayın…

Biz gene protestomuzu yaptık. Sonuç: Hem İsveç hem de Türkiye’de cumhurbaşkanının programını izlemek üzere akredite olmama karşın basın toplantısına alınmadım. Ve cumburlop tekrar kara listeye…

Diğer bir kadın büyükelçimiz Solmaz Ünaydın hanımefendi geldiğinde pek sevinmiştik. “Beni geçmiş ilgilendirmez, herkese aynı mesafede davranırım” diyordu. Sarışın, cıvıl cıvıl, entelektüel tam İsveç’e layık... Bir süre sonra kimler kulağına su kaçırdıysa gene kara listedeyiz. Parası olan bakkal, manav, lokantacı vatandaşlar iş insanı sıfatıyla çağrılırken biz kültür amele sınıfı gene dışlandık. Son damla, Aziz Nesin’in bir ziyaretinde konuşmasının iki konsolosluk görevlisince satırı satırına not alındıktan sonra büyükelçiliğe yemeğe çağırılmasıydı. Aziz Nesin’i adım adım izleyen bendeniz gene kapı dışında kalmıştım. Radyoda fena eleştirdim. Büyükelçi telefon etti, “keşke bana telefon etseydiniz, sizi de çağırırdım” … ???!!!

Elli küsur yıllık yurtdışı yaşamımda iki büyükelçinin kara listesine girmedim: 1. Ömer Ersun, 2. Kaya Türkmen… İkisi de çok sevdiğim, mesafesini bilen efendi, şık, güzel görünümlü, birkaç dili iyi bilen entelektüel, yurtseverliklerinden kuşku duymadığım insanlar…

Ne var ki, Kaya Türkmen’e nazar değdi. Artık emekli ama gene de beni kara listesine aldı… Sebep çocukça… Sayın emekli büyükelçi 61 yaşında emekli edilmiş, ben bizim gibi muhalifleri kara listeye almadığı için sanıyordum. Şimdi emin değilim… Facebook’ta muhalif paylaşımlarda bulunuyor. Ama hiç de kendisine yakıştıramadığım paylaşımlar…

Sayın Eski Büyükelçi, bir Facebook paylaşımında, “Dağdan inin, düz ovada siyaset yapın’ dediniz. Şimdi partiyi kapatalım diyorsunuz. Kürt sorununu böyle mi çözeceksiniz?” diye soruyordu. Ben de yorum olarak, HDP’nin bir Öcalan projesi olduğunu zaten HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın söylediğini belirterek, vergilerimizden bu partiye milyonlarca lira verilmemesi ve derhal kapatılması gerektiğini yazdım. Hooop gene kara listeye. Hem engelledi hem de arkadaşlıktan çıkardı.

1898-1908 arası Stockholm sefirliği görevini Şerif Paşa yapmıştı. Şerif Paşa da on yıl sefirlik sonrası Kürtçü olmuştu. Kürt Şerif namıyla anılan paşa Ermeni Nubar Paşa ile anlaşmış Kürt Teali Cemiyeti’nin liderleri arasına girmişti. Bugün de ayrılıkçı Kürt etnikçilerinin baş taçlarından biridir.

Paşanın muhalifleri, yakışıklılığından dolayı kendisine takılan Fransızca “Beau Şerif” (güzel şerif) lakabını “BOŞERİF / boş herif”e çevirerek onu yermek için kullanırlardı.

Biz elli küsur yıldır yurtseverliğimizden hiç ödün vermedik. Ya bizi dışlayanlar?

Bizim ekselansların halleri işte… Nerden aklıma geldiyse…