Teminatlı batış yaratmayın
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bir hazırlığın haberini verdi. Küçük ve orta boy işletmelerin finansal kaynaklara daha rahat ulaşabilmesinin kolaylaştırılması…
Değeri kendinden menkul medyamız, bunu KOBİ’leri sevindirecek yeni bir sistem diye verse de, Türkiye’de bazı bakış açılarının değişmediğini kanıtlayan bu habere yine şaşı baktı. Çünkü teminat sorununa çözüm olarak sunulan ve eylül ayına kadar Meclis’te geçirileceği söylenen bu hazırlık, esasen hiçbir anlam ifade etmiyor.
Önce hazırlığı hatırlatalım: Daha önce finans kuruluşlarının teminat olarak pek itibar etmediği taşınır mallar da artık teminat olarak sayılabilecek. Birincisi siz nasıl bir düzenleme yaparsanız yapın, özel sektör bankacılığının buna uymasını sağlayamazsınız. Kamu bankaları söz konusu ise de o da görev zararına girer ve ne yazık ki yine adamına göre muamele haline dönüşür.
Burada esas tartışılması gereken kredilendirmenin nasıl yapıldığıdır. Yıllar önce, yine AKP iktidarları sırasında dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı’na bir sohbet anında şunu sormuştum: Neye göre teşvik veriyorsunuz? Bana teşvikli bölgelerden bahsedince, dedim ki durun ve devam ettim:
Sanayi, tarım, iş gücü envanterini yapmamış, nüfusu bile gerçekten belli olmayan ve geleceğe yönelik öncelikli sektörlerini belirlememiş bir ülkedeki teşvik, altı boş çuvala atılan paradır. Türkiye’de lobisi güçlü olan teşvik alır. Dün de böyleydi; bugün de böyle…
Bunu söylediğimde bir de örnek verdim. Teşvikli bölgelerden birine gidip, plastik profil üretimi yapmak istesem, teşvik alıp alamayacağımı sordum. Alırsın yanıtını verince Bakan, o dönemki oranlarla ‘ama sektör yüzde 30 kapasite çalışıyor’ dedim. Elbette bunun yanıtı yok.
Türkiye’nin bir yol haritası, bilimsel gerçek verileri yok ki, alınacak teşviklerin, kredilerin bir anlamı olsun.
Esnaftan KOBİ’ye alınan kredilerin büyük ölçüde devlete borç kapatmaya gittiğini bilmezseniz, gerçekten projesi olanın kredi bulmakta zorluk çektiği görmezseniz, bu haberi yaparken de, bunu müjde diye açıklarken de şaşı bakarsınız.
Kıt kaynakların doğru kullanımı, geri dönüşü ve verimliliği açısından meseleye bakmak zorundasınız. Bunun için de ‘kimin ne malı, mülkü var’ kaygısından kurtulup, ‘nasıl bir projesi var’ noktasına gelmeniz gerekiyor.
Ülkenin kaybettiği ihtisas bankacılığı yeniden canlandırılmadıkça, bir gelecek projeksiyonu içinde projeler cesaretlendirilip, adeta risk sermaye şirketi gibi kredilendirilmedikçe sonuç alamazsınız. Türkiye’de ihtisas bankası olarak kurulanlar bile, mevduat bankacılığına döndü. Bu yapı, reel sektörden koparılmalıdır.
Çünkü mevduat bankası teminata bakar; ihtisas bankası ise işe, projeye, geri dönüşüme ve fikrin endüstriyel olup olmadığına odaklanır. Ülkedeki bankalarda ya da finans kuruluşlarında böylesine bir talep karşısında, bu analizi yapabilecek nitelikli kadro bile yok.
Bankacılığı rakamdan ibaret zannederseniz, bir süre sonra Türkiye’de olduğu gibi finans kuruluşlarını ekonominin enstrümanı olmaktan çıkarır, kendisi zannetmeye başlarsınız. Proje bankacılığı konuşacaksak, konuşalım; yoksa insanları kandırmayın. Bu kafayla alınacak sonuç büyüme, gelişme, zenginlik değil, teminatlı batış olur.
Çetin Ünsalan