İş ve cep sorunu
Şimdi günlerce ‘oynatalım Uğurcum’ tadındaki referandum sonuçları konuşulacak. Esasen hiçbir anlamı olmayan bu oyalanmanın gölgesinde, ‘ekonominin şaha kalkacağı’na ilişkin söylemler, propagandalar başladı bile. Elbette bu büyük bir palavra.
Çünkü ortadaki sorun matematiksel ise, gazla çalışan siyasetiniz bir işe yaramaz. En açık kanıtı da hemen referandumun arkasından açıklanan işsizlik verilerinde geldi. İşsizlik yüzde 13 ile resmi rakamlara göre bile Şubat 2010’dan bu yana en yüksek seviyesine ulaştı.
İlgili bakanlar enflasyonun ve işsizliğin önümüzdeki aylarda düşeceğini söylüyor. Bunda da muhtemelen yaz döneminden kaynaklanan mevsimlik işçiliğe ve enflasyonda da sebze meyve fiyatlarının mevsim nedeniyle düşmesine güveniyorlar.
Fakat bir tarafta artış trendindeki enflasyon, fiyatların istendiği kadar düşmeyeceğinin izlenimini veriyor, öte tarafta turizm başta olmak üzere mevsimsel olarak işsizliğe nefes aldıran sektörlerin sıkıntısı, işsizlikte beklentilerin gerçekleşmeyeceğini gösteriyor.
Üstelik dolar baskısının, enflasyon üzerinde söylenenin aksine daha çok etki yapacağı bir sürece giriyoruz.
Günlük operasyonlarla gevşese de borcu veren yabancı bankaların ve kuruluşların, iyimser ölçüleri zorlayarak TL’nin değer kaybedeceğini hatırlatması, öte tarafta 372 milyar dolara ulaşan yurtdışı döviz pozisyon açığımız, bir yanda kıt dolar kaynağımızla borç ödeme zorunluluğumuz, öte yanda üretim için dolara ihtiyaç duymamız gibi etkenler, iki tezi de çürütüyor.
Yani önümüzdeki süreç doların, enflasyonun ve işsizliğin artacağı bir fotoğraf ortaya koyacak. Tüm bunların etkisi olarak da faizlerin yükselmesi, iç piyasanın kredilendirme sorunuyla ödemeler dengesindeki sıkıntılarının artması, ihracat ve turizmden gelecek gelirlerin düşmesi göz ardı edilebilecek kriterler değil.
Ayrıca referandum nedeniyle patlayan bütçe açıkları ve harcamalar da vatandaşa yeni zamlar olarak yansıyacaktır. Bunun da enflasyonun üzerinde artı bir etki yaratacağı açık.
Velhasıl kelam Türkiye’nin reklamların ardından iş ve cep sorununu hatırlamaya başladığı sürece geri dönüyoruz. Bu çerçevede artık oyun oynamayı bırakıp, ciddi önlemleri ve olasılıklara karşı eylem planlarını konuşuyor olmamız lazım.
Çünkü gözüken o ki, canımız sadece iktisadi konularda sıkılmayacak. Burada açık verdikçe, dış politika odaklı siyasi açmazlarımız ve artan risk algımız da oluşacak.
Orta ve uzun vadede gerçek çözümleri tartışıp, kısa vadede de eylem planları yapmamız gerekiyor. Yani 16 Nisan’dan önce de söylediğim gibi, artık sorunlarımız karşısında eşitiz.
Bu durumda da çözüm konuşmaktan, dayanışma içinde olmaktan, sorumluları asla unutmamaktan, ama daha önemlisi iktidarın alışkanlıkları nedeniyle yapacağından şüphe duymadığım, ayrıştırıcı politikalardan uzaklaşmamız şart. Yoksa fatura önümüze geldiğinde kimin ne yediğine bakılmayacak.
Çetin Ünsalan