Bize her gün kara cuma
ABD’de 1952’den beri Şükran Günü’nün hemen ertesinde gerçekleşen Black Friday, yani Kara Cuma, yurt genelinde gazlandı. Amiyane bir tabir olduğunun farkındayım ama tam da karşılığına gelen ifade bu.
Sıkışan piyasaları ‘acaba’ mı sorusunu ortaya koyarak ateşlemeyi amaçlayan, 24 milyon icra dosyasının ve gırtlağına kadar borca batmış insanların olduğu memlekette buna olsa olsa bu ifade kullanılabilir.
Zaten parasının hesabını yapmayan kısıtlı bir zümre dışında kim çılgınca alışveriş edebilir ki? Herkes etmek isteyebilir, ama kim edebilir? İnsanlara harcayarak tasarruf yapabileceğini anlatanlar bile oldu.
Niye? Çılgın indirimler varmış. İhtiyacın olmayan bir şeyi, fiyatı düştü diye almak hangi aklın ve tasarruf mantığının eseridir? Ayrıca neye göre indirimden bahsediyoruz? Her zaman şunu anlatırım:
Bir ürünün fiyatının ucuz ya da pahalı olması, senin cebindeki parayla doğru orantılıdır. Yani aylık 10 bin TL geliri olan bir insan için, normal zamanda 500 TL’ye satılan bir ürünün 200 TL’ye düşmesi ucuzluk anlamına gelebilir. Fakat bir ürünün fiyatının 200 TL olması bin 404 TL asgari ücretle çalışan biri için fırsat değildir. Çünkü onun için halen pahalıdır.
Şimdi tıkanan piyasalarda, siftah yapamayan esnafı rahatlatmak için Türkiye de ‘Kara Cuma’ kervanına katıldı. Öncesinde günlerce haber yaptılar. Peki sonuç ne? Konuyu Tüketici Derneği (TÜDER) Başkanı Levent Küçük, Dünya Gazetesi’ne verdiği röportajda şu sözlerle özetliyor:
“...etiketlere yüksek rakamlar yazarak sonra bunun üzerinden yüzde 50 indirim yapıldığı iddia edilmiştir. Fakat daha önceki fiyatlara bakılınca indirim yapılmadığı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. İndirim oranları yüzde 5, yüzde 10’da kalmıştır. Ciddi indirim yapılan birkaç ürünün ise kısa sürede tükendiği, yerine yenisinin konulmadığı görülmüş, gelen müşterilere ürünün tükendiği söylenmiştir. Buradaki asıl amaç tüketicileri alışverişe yönlendirmektir. Kısaca tüm ürünleri kapsayan, gerçek bir indirim olmamıştır.”
Peki neden? Çünkü bize her gün Kara Cuma... Son 10 yıldır sıkışan piyasaların en güzel göstergesi, sezon başlar başlamaz hayata geçen yüzde 50’den başlayan indirimler ya da yıl geneline yayılmış fiyat düşürmeler.
Burada konuyu istismar edenler elbette var. Kapatıyoruz, son fırsat ve benzeri ibarelerle işi dolandırıcılığa dökenleri de, fiyatı önce arttırıp, sonra indirdi gözükenleri de saymıyorum. O zaten başka bir boyut.
Fakat normal esnafa bakacak olursanız, ciro elde edilemediği açık. Daha bir kaç gün önce Birleşik Markalar Derneği, çok sayıda mağazanın kapanabileceğini açıkladı. Birincisi giderler çok yüksek, ikincisi mağazalar üreticiden 20 ay vade ortalamasıyla mal aldığı için, fiyat vade farkıyla otomatikman yükseliyor.
Yani aslında mağazacılık yapanı esnaf boyutunda üreticiler, beyazeşya gibi sektörlerde de alım zorunluluğu nedeniyle üreteni mağazacılar finanse ediyor. Ne ile? Olmayan sermayeleriyle…
Elbette sıkışan ve ödemesi yaklaşan da çek kırdırmak gibi, rafındaki malı, kendi maliyetleriyle mukayese ettiğinizde yok pahasına elden çıkarmak zorunda kalıyor. Bazı sektörlerde cebinde nakit parayla sırf ölü mal alıp, spotta satanlar var.
Netice itibariyle alım gücü düşmüş bir vatandaşa, maliyetler içinde kıvranan mağazacıya, sermayesi olmadan tedarik sağlayan üreticiye bu gaz sonuç vermez, vermedi de…
Sorunu çözmek için ortaya konulan formüllerin bile ithal edildiği bir ülkede, reel piyasaların ve tüketicinin gerçekten sorunlarını tartışmayacaksak, bu sahte dünya, gerçeği yansıtamayan bir haber olarak kalır. Niye derseniz? Tekrar edeyim: Bize, her gün Kara Cuma…
Çetin Ünsalan