Resesyon neden korkutuyor?
Dünya ekonomisinde çok uzun zamandır bir resesyon korkusu var. Özellikle uluslararası toplantılarda ortamın bu noktaya sürüklenmemesi için her türlü söylem geliştiriyor. Oysa artan korumacılık ve ticaret savaşları gerçeğine, jeopolitik riskleri de tamamladığınızda bariz bir resesyon sürecine gittiğimiz gözüküyor.
Son olarak FED’in yaptığı açıklama önce iyimser okunsa da, sonrasında resesyon riskinin dillendirilmesiyle yerini büyük oranda bir endişe ve hatta ufak çaplı bir paniğe bıraktı. Ardından FED, eski Başkanı Yellen üzerinden algı yönetmek adına gelişmelerin bir resesyonu değil, yavaşlamayı işaret ettiğini piyasaya haber olarak servis etti.
Esasen adını ne koyarsanız koyun, şu çok net bir gerçek ki, dünya ekonomisi hasta. Bu hastalığı da 2 binli yıllardaki parasal genişleme sırasında yaptığı yanlışlarla kaptı. Bir tarafta türev piyasalar üzerinden yaratılan çılgınlık, olmayan rakamların havada varmış gibi uçuşması, diğer tarafta üretilen mal ve hizmetin 10 katı üzerindeki adeta soygun, şimdi herkesin korkulu rüyası oldu.
Finansçılar bu meseleyi nasıl yorumlarsa yorumlasın, içinde bulunduğumuz koşullar hızla 1929 krizinin sürecine doğru gidiyor. O dönemde şişik borsa ve değerler üzerinden başlayan sorunun, bugün de aynı haliyle ortada olduğunu biliyoruz.
Fakat o dönemkinden farklı bir boyutun da üzerinde durmak gerekiyor. Bu da parasal genişleme ve kredi sistemiyle talebe uygun arz yaratmak yerine, arza uygun talep yaratma ve insanların sonraki gelirlerini kredi mekanizmasıyla erken tüketme gerçeğini iyi okumak lazım.
Bu çılgınlık, sonu kesilmeyeceği zannedilen bir ortam yarattı ve arz, yaratılan hatta yaratılacağı sanılan talebin çok üzerinde arttı. Bugün geldiğimiz noktada ise dünya tek bir gerçekle karşı karşıya... Kapanacak ya da zorunlu evlilik yapacak firmalar meselesi...
Çünkü yaratılan kapasite, düşen talebin çok uzağına düştü. Almanya başta olmak üzere Endüstri 4.0 gibi açılımlarla bu meselenin maliyetler bazında aşılması çalışması ve yeni ekonomiye geçiş sancıları bir kenarda dursun, bu süreçte dünyanın en büyük problemini işsizlik oluşturuyor.
Bu nedenle Trump başta olmak üzere, dün Çin’de üretim yapıp, ülkesinde enflasyonla mücadele sergilerken, dünya pazarında rekabetçi fiyatlar elde edenler, sadece finanslarını değil, reel sektörünü de geri çağırıyor.
Çünkü işsizliğin maliyeti, bir malın üretilmesindeki birim maliyetin çok üzerine çıktı. Şüphesiz bu maliyeti toplumsal gerçekler, riskler ve sıkıntı potansiyeli ile birlikte okumak gerekir.
Öte yandan Çin’in de sonsuza kadar sürdürülemez olan, ama o süreçte meyvelerini iyi topladığı ucuz işçilik ve ölçek ekonomisi gerçeğinin, artan maliyetlerle sıkıntılı bir aşamaya geldiğini de belirtmek gerekir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, 2 binli yıllardaki parasal genişlemeyi kötü kullanan biz ve bizim gibi ülkelerin ise çok daha büyük problemlerle karşı karşıya kaldığını, kalacağını biliyoruz. Başkasının parasıyla düğün bayram yapanlar, şimdi bunun faturasını ödemeye aday kırılgan ülkeler olarak nitelendiriliyorlar.
Kim kendini nasıl kandırırsa kandırsın, bu büyük soygunun ya da hesap bilmezliğin ya ad gözü dönmüş kazanç hırsının faturasını tüm dünya, süreci doğru yönetemeyenler de kendi içinde katlanarak ilaveten ödeyecekler.
Şimdi gelinen noktada yapılan resesyon değil yavaşlama söylemi ise, yine finansçı kafasıyla yapılmış, riski başkalarına satıp sıyrılma isteğinden başka bir şey değil.
Çetin Ünsalan