Bir Cumhuriyet Mahkemesi ve her gece Balyoz düşü görenler!
Bir Cumhuriyet mahkemesi sinsice sahnelenen kirli ve ucuz Balyoz piyesine son verdi. Herhalde bu karardan en fazla koskoca Yargıtay utanmıştır. Çünkü 4. Ağır Ceza Mahkemesi, çağdaş Türk kadınının aydınlık yüzü olan onurlu ve bilge Başkanı, Mahmut Esat Bozkurt’un şanlı mirasını devralan şerefli Savcısı ve diğer üyeleri ile hukuk sistemimizdeki hiyerarşik yapıyı yerle bir etti.
Bir üst yargı organı olan Yargıtay, Başsavcılığı ve 5 hâkimi (!) ile “Ben sahtelik ve tuzak kokuyorum!” diye adeta bağıran, dünya tarihinin belki de en kolay davasında çuvallarken, Adalet Tanrıçası Themis’in namusunu kurtarmak bir alt mahkemeye kaldı. Böylece adalet sistemimizde alt üst diye bir şey kalmadı! Hukukun unvanlarla değil, cesur, bilgili ve ilkeli hukuk insanları ile hayatta kalabileceği bir kez daha tescil edilmiş oldu.
4. Mahkeme, BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nca yerden yere vurulan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kâbusu haline dönen oksijen çadırındaki Türk Hukuk ve Adalet sistemine hayat öpücüğü verdi. Uzun yıllar sonra insanlarımız ilk kez, “Kartal’da hâkimler var!” diye haykırdı.
Adalet ve hukuk sistemimdeki bu kargaşa ve dağınıklık önümüzdeki en önemli ve en öncelikli sorun olarak karşımızda duruyor. Hâkim Oktay Kuban’a göre, TSK ve yurtseverlere “Düşman Ceza Hukukunu” uygulamak üzere ant içmiş muharip (!) hukukçular halen sistem içinde ve yeni avlar için pusuda bekliyorlar… Bu tehlikeyi hiyerarşik yapısı ile Türk Adalet ve Hukuk sisteminin önleyemediğini gördük. Tek güvencemiz, 4. Mahkeme’de gördüğümüz gibi saygın Cumhuriyet hukukçuları. Onların kırdığı kalem bile başımızın üstündedir!
Balyoz yalanının kamuoyuna yutturulmasında en büyük pay, sanıldığı gibi yandaş basın olarak tanımlanan gazeteler ve gazetecilerin değildi! Bu kesim papağan gibi aynı şeyleri söylediğinden fazlaca bir etki yaratamazdı. Asıl tahribatı, “tarafsız bir yayın yapıyor” izlenimi yaratan merkez medya yaptı.
Fikret Bila, görüşleri ve kişisel tutumu kamuoyunca bilinen Hilmi Özkök ile yaptığı mülakatı manşete taşıdı. Özkök’ün, her yere çekilebilecek “Var da diyemem, yok da diyemem!” klişesi oldukça önemli bir olumsuz algı yarattı. Tertipçiler bu manşetle psikolojik harpte durum üstünlüğünü ele geçirdi. Bu gazeteci bugünlerde Cumhurbaşkanlığı uçağının müdavimleri arasında yer alıyor. Yani sürekli uçuyor!
Sedat Ergin, Balyoz konusunda yazmış olduğu 30 kadar köşe yazısı ile “gerçeği arıyormuş” görüntüsü vererek, aslında şüphe yarattı; davanın üzerinde siyah gölgeler oluşturdu. Balyoz davasının gerçek kaynağı olan açık sahtekârlıkları küçülterek, konu ile doğrudan ilgisi olmayan Kara Kuvvetleri Komutanlığı ile Birinci Ordu Komutanlığı arasındaki yazışmaları, seminer geyiklerini, çelişkileri, dedikoduları büyüttü. Biz bu yazışmalar nedeni ile değil, sahte Balyoz darbe plânı nedeni ile yargılanıyorduk!
Gazeteciler Cemiyeti’nin, Balyoz serisi yazıları dolayısıyla Ergin’e özel ödül vermesi ise, Türkiye’deki gazetecilik seviyesinin güzel bir göstergesi oldu. Çünkü 30 kadar yazı yazıp da herhangi bir sonuca ulaşamayan, havanda su döven ve ilk başladığı yerde duran bir gazeteci, neyi ortaya çıkarmıştı ki neyin ödülünü alıyordu! Ayrıca, Balyoz soruşturmasının iddianamesi ve ek klasörlerini baştan sona okuyan tek gazetecinin, bir yabancı basın mensubu, İngiliz gazeteci Gareth Jenkins olması her şeyi anlatmıyor mu?
Cumhuriyet’in gerçek Savcı’sı ne dedi: Dijital verilerin delil niteliği yok! Başka delil de yok! Sözde delillerin nasıl toplandığı da belli değil! Yazışmalarda kötüye çekilebilecek bir konu yok! Seminer de amacını aşan konuşmalar olmuşsa da burada suç unsuru yok! Kaldı ki seminer yargılama konusu değil! Fikret Bila ve Sedat Ergin’den, Sayın Savcı’nın “Esas Hakkındaki Mütalaasını” dikkatle okumalarını ve yazdıkları ile karşılaştırmalarını özellikle istirham ediyorum.
Orhan Bursalı, Ruhat Mengi, Ayşenur Arslan, Yazgülü Aldoğan, Meriç Velidedeoğlu, Yavuz Selim Demirağ, Emin Çölaşan, Şule Perinçek, Yılmaz Özdil, Mustafa Mutlu, Saygı Öztürk, Can Ataklı, Melih Âşık, Levent Kırca, Ataol Behramoğlu ve isimlerini hatırlayamadığım az sayıdaki değerli yazar ve gazeteci, bu ülkenin aydınlık yüzü olmuştur. Gazeteciliğin namus, onur ve şerefini onlar temsil etmişlerdir. Tarihin gönül sayfaları onları kucaklayacak, kara sayfalarını ise diğerleri dolduracaktır.
Ulusal Kanal, Aydınlık ve Odatv başta olmak üzere Sözcü, Yurt ve Cumhuriyet bu dönemde yaptıkları yayınlarla tertipçilerin yalanlarının açığa çıkmasında büyük bir rol oynadılar.
“Ergenekon ve Balyoz’da darbe hevesi vardı!” mealinde sözler sarf eden MHP vekili Celal Adan ve ona destek veren Oktay Vural ve Devlet Bahçeli’yi, ellerindeki bilgi, belge ve bulgularla er meydanı olan mahkemeye davet etmiştik. Kendilerini göremedik! “Yargıtay suçlu ile suçsuzu ayırmada titiz davranmadı!” diyen Bahçeli’nin 4. Mahkeme’nin bu kararını nasıl yorumlayacağını gerçekten merak ediyorum…
Balyoz tertibinde her seviyede rol oynayanlar bundan böyle uykusuz gecelere alışmaya başlasınlar. Adalet yakalarına yapışmasa bile, yaptıklarını bildiklerinden her sabah kâbus görerek uyanacaklar! Belki de psikolojik destek almalarında fayda var! Günün birinde milli bir hükümet kurulursa, “kendi ordusuna kendi ülkesinde yabancı devletlerle birlikte tuzak kurmanın” nasıl ağır ve vahim bir suç olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
“Hukuka Saygı!” sloganı ile bu süreci izleyenlere, “Hukuk ve Demokrasi Büyük Ödülü” olarak kol saati takdim edilmesini öneriyorum. Einstein’ın bir sözü ile perdeyi kapatalım: “Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, hiçbir şey yapmayıp seyredenler yüzünden tehlikeli bir yerdir.”
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr