Ekmeleddin İhsanoğlu'nu benimsemeyen cumhuriyetçileri suçlamanın dayanılmaz hafifliği ve çıplak gerçekler
“Yüklerin en ağırı, aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da simgesidir. Yük ne denli ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek daha içten olur.” Böyle diyordu Milan Kundera, “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” isimli romanında.
Türkiye’nin sürüklendiği, sonu acı, kan ve gözyaşı olan büyük değişim ve dönüşüm, tartışmasız olarak ülke sevdalılarının yükünü artırdı. Ama bu yükün ağırlığı, yurtseverleri ülkenin gerçekleri ile yüzleştirdi, kara tablo karşısında vatan için seferberlik etmekten başka çare kalmadığını göstererek, onları bir fazilet mücadelesi içerisine soktu. Bu haysiyetli mücadele Cumhuriyetçilerin yaşamlarına kutsal bir anlam kazandırdı. Rahmetli Atilla İlhan’ın gündeme getirdiği dip dalgasının ayak seslerini duyuyorduk.
İşte bu ahval ve şerait içinde, belli merkezler, kazanma şansı olmadığını bildikleri İslami referanslı Ekmelettin İhsanoğlu’nu, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, bu topraklara bağlı yurtsever ve devrimci yurttaşlarımızın Cumhurbaşkanı adayı olarak piyasaya sürdü. Bu girişim, kendileri açısından, ülkenin sorumlu, duyarlı ve dinamik kesimlerini bölmek ve birbirine düşürmek için bulunmaz bir fırsattı. Kabul etmek gerekir ki bu konuda olağanüstü bir başarı sağladılar. Özenti jargonla söylersek, Cumhuriyetçilerin şu andaki hit şarkısı, Teoman’ın “Paramparça”sı.
Bu işi tezgâhlayan çevrelerin yayın organları bu seçimi bakın nasıl yorumluyor. Ünlü The Economist dergisi (5-11 Temmuz,2014): “Sayın Erdoğan Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçilirse (Neredeyse kesin gibi gözüküyor)… (Mr. Erdogan, if elected president in August (which he almost certainly will be)…” Aynı derginin 2-8 Ağustos 2014 tarihli nüshası: “Türkiye’nin 10 Ağustos’taki ilk turda ülkedeki ilk halkoyu ile seçilecek Cumhurbaşkanı rotasındaki Sayın Erdoğan…(Mr. Erdogan, who is on course to become Turkey’s first popularly elected president in the first round of balloting on August 10th…)”
Cihet-i Askeriyede yaygın olarak kullanılan bir özdeyiş vardır: “Stratejide yapılan hataları taktik başarılarla kapatamazsınız.” Ekmelettin İhsanoğlu, stratejik düzeyde yapılan bir hatadır. Çünkü Cumhuriyetçi kesimde doğal, kendiliğinden, insan ruhunun derinliklerinden gelen bir heyecan uyandıramamıştır. İyi niyetli, bu ülkeye mal olmuş değerli insanlar, konjonktürel (zamana uygun), pragmatik (çıkarcı) nedenlerle, akıllı davranıp İhsanoğlu’na oy verilmesini salık veriyorlar. Ama bu taktikler, stratejik yanlışlığı düzeltemez! Unutulmamalıdır ki yurtseverlere sadece akıl yetmez. Akıldan tek başına güç alamayız. Akıl gereklidir ama kalbimizin doğurduğu itici güç olmazsa olduğumuz yere çakılıp kalırız. Yüreğimizi aklımızla birleştirmeliyiz. İhsanoğlu, yürek-akıl ikilemi doğuruyor.
Diğer taraftan, ilke, erdem, ideoloji, devrimci ve kurucu atalarımıza sadakat açısından olaya yaklaşırsak, İhsanoğlu’na oy vererek tutarlı olamayız. Her rüzgârda savrulan, küçük çıkarlar için ilkelerinden vazgeçen, bir fikirler silsilesi etrafında topluma yön veremeyen, sıradan ve günlük yaşayan politikacılara döneriz. Tarih zaten yazamayız, hatta kısa bir öykü bile kurgulayamayız! Ve hatta, İhsanoğlu seçilemediği takdirde, birbirimizi suçlar, elimizdeki mevzileri bile terk etmek zorunda kalırız. Hâlbuki Cumhuriyet sevdalısı bir aday için yola çıksaydık, kaybetsek bile birbirimizle kenetlenir ve mevzilerimizi tahkim ederdik…
Tarihsel süreçler açısından olaya yaklaşırsak, şimdiye dek bu tür fırsatçı girişimlerin hiçbir sonuç vermediğini, aksine ilkesizlik nedeniyle bölünmelere yol açtığını görürüz. CHP’nin tarihini bir kenara bırakıyorum, yakın dönemde “Cumhuriyetçiler CHP’ye, milliyetçiler MHP’ye oy versin!” çağrılarının nasıl sonuçlar doğurduğunu unutmamalıyız. Eğer, aklımızı başımıza toplamazsak, önümüzde duran ciddi tehditlerden birisi de Cumhuriyetçilerin kendi içindeki kavgasıdır.
Cumhuriyetçiler birbirleri ile kavga etmek yerine, bu adayı başımıza musallat edenlere hesap sormalı ve aday belirleme sürecindeki karanlık noktaları açığa çıkarmak için çaba sarf etmelidir. 10 Ağustos sonrasında, sonuç ne olursa olsun, kim kime oy verirse versin, daha büyük bir azim ve irade ile Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine ve birbirimize sarılmalı, özlemle kucaklaşmalıyız. Gün kavga değil, dayanışma günüdür.
Kişisel açıdan bakarsak, eşim ve yakınlarım İhsanoğlu’na oy vereceklerini deklare ettiler. “Bu kararlarına saygı duyduğumu” söyledim. Silivri zindanından 19 Haziran 2014 tarihinde çıktıktan hemen sonra katıldığım “Sessiz Çığlık” eyleminde Ulusal Kanal’ın ele avuca sığmaz acar muhabiri Özer Sürmeli’nin uzattığı mikrofona şunları söyledim. “Cumhuriyet için yemin ettim. Atatürk’ün mezarında kemiklerini sızlatmam, İhsanoğlu’na asla oy vermem!”
Bugün de aynı çizgideyim. Hiç değişmedim. Mahatma Gandi’nin (1869-1948) şu sözlerini hiç unutmadım ve hayatım boyunca sadık kaldım. “Siz kendi elinizle teslim etmedikten sonra, kimse kendinize olan saygınızı elinizden alamaz!” Kendime olan saygımı yitirdiğim anda, yaşamın bir anlamı kalmaz! Cumhurbaşkanlığı seçimi harpteki muharebelerden sadece birisidir. Muharebeyi kaybetsek bile harbi kesinlikle Cumhuriyet ve Cumhuriyetçiler kazanacak! Biraz sabır…
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr