Yeni Türkiye'yi sevemedim
Herkes bir yenidir tutturmuş gidiyor. Oysa her yenilik iyi olacak diye bir durum yok. Zannediyorlar ki ederi olan, ama değeri olmayan kavramlarla gelişmeyi anlatacaklar. Bir şey değerliyse değerlidir; eskisi yenisi olmaz.
Ama nedense alışamadım ben bu yeni hale… İş kazalarında sürekli birilerinin ölmesine; ölenin öldüğüyle kalmasını bünyem kaldırmıyor. Teröristlere yol verilmesini, güçlünün hukunun hukuksuzluk haline dönüşmesini benimseyemiyorum.
İnsanları çalışmadan köşe dönmeyi düstur edinen bir ülkenin kumar ekonomisiyle yönetilmesini, sonra da fatura ödeyenlere bunun iyi bir şey diye yutturulmasını içime sindiremiyorum.
Ölen, kaybolan çocukları, Suriyeliler başta olmak üzere, misafir diye gelenlerin bu ülkenin asil vatandaşının bir türlü sahip olmadığı haklarla donatılmasını; yüreği geniş memleketimin sadaka kültürüne mahkûm edilmesini yenilik kabul edemiyorum.
Ne var bu yeni dediklerinde diye bakıyorum. ‘Ben mi yanılıyorum’ acaba diye soruyorum kendime… Gemisini kurtaran kaptanları, kazanç için her yolu meşru görenleri, herkesin gözü önünde ifşa edilen yolsuzlukların soruşturulmadan iftira diyerek örtülmesini kabullenmiyor bünyem.
Sözün senet olarak geçtiği çocukluk yıllarımı özlüyorum. Şimdi insanların borcunu umursamaz hale gelmesini kaldıramıyorum. Deprem bahane edilip dönüşüm adı altında, bu toprakların en önemli değerlerinden biri olan mahalle kültürünün dağıtılmasını, siyasetçilerin fabrika açıyormuş edasıyla park açılışı yapmasını, bunun 12 kanaldan canlı yayınlanması anlayamıyorum.
Hemen hemen her konuda bilimin gereksiz görülmesini, bilim insanlarının işleri engelleyen varlık muamelesi görmesini, yurttaştan ram etmesi beklenen insanlar oluşturulmaya çalışılmasını aklım almıyor.
Anadolu’nun ücra bir köşesinde kahvehanede yapılacak muhabbetin, siyasetin düzeyi haline gelmesini, bunun da sokakla aynı olmak diye açıklanmasını, ama sokaktaki açken milyarların cebe indirilmesini anlayamıyorum.
Dedim ya yeni Türkiye diye sundukları şey, her ne ise, tıpkı ileri demokrasi örneğinde olduğu gibi kokuyor. Çirkin, acı, hüzün, kin, nefret, zulüm kokuyor. Ben sevemedim bu yeni Türkiye dediklerini…
Oysa benim memleketim de, insanlarım da güzeldir. Belki de eski diye nitelendirdiklerimizi tekrar sorgulamamız lazım. Onlar gerçekten eski mi veya eski olması değersiz anlamına mı geliyor.
Aslında bunun yanıtını geçenlerde izlediğim bir röportaj verdi bana. Sözler Kuvayi Milliye Destanı oyununun galasında Müjdat Gezen tarafından ortaya konuldu. Çok hoşuma gittiği için bire bir paylaşıyorum.
Muhabir Müjdat Gezen’e 7 milyon gişe yapan filmleri soruyor. Usta’nın yanıtı ise çakmalara nazire edercesine ustalığa yakışır cinsten. “Geçenlerde ben de aynı suali Türker İnanoğlu’na hayretler içinde yönelttim. Türker İnanaoğlu bana ‘Gırgıriye’ filminin gişesini biliyor musun’ diye yanıt verdi. 18 milyon… Bir de konuyu buradan araştırın.”
Gerçekten müthiş bir anekdot. Kim bilir şimdi bazı ederlerin üzerinde çok duruluyor. Yüksek rakamlar ya da sonuçlar görünce de abartılıyor. Belki de eskiyi sorgulamak şu nedenle aklımıza gelmiyor. Çünkü onların eder ile işi yoktu. Değerliydiler…
Şimdi çevrenize bakın… Değeri olan ne kaldı? Hatta sorgulamaya insandan başlayın. Kömür madenlerinde, inşaat tepelerinde ölen insanlardan…
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr